Kendini Metalaştırmak, Saygınlık ve Ahlaki Değerler İlişkisi
KENDİNİ METALAŞTIRMAK, SAYGINLIK VE AHLAKİ DEĞERLER İLİŞKİSİ
İnsani ve ahlaki değerlerden yoksun yaşayan insanların değer arayışı ve kendilerine olan güvenleri, başka insanların, -güvenilir olsun veya olmasın- onlara vereceği değerle ilgilidir. Bu kişinin değeri; komşuları, arkadaşları ve dostlarının kendisine vereceği değer kadardır.
Böyle biri, eğer kimse kendisine değer vermiyorsa, büyük bir sarsıntı yaşar, kendisini hiçbir işe yaramaz, değersiz biri olarak görür. O yüzden, böyle anlayıştaki insanların değer anlayışları, özgüvenleri, kendilerine sonradan yamanan güçle ilgilidir.
İnsani ve ahlaki değerlerden yoksun kişiler, değer kazanmak için güç yarışına girerler. Zengin mahalleye taşınmak, pahalı ve lüks ev sahibi olmak, pahalı ve lüks araç sahibi olmak, en pahalı markaları giyinmek, başkalarına hava atabileceği biriyle evlenmek, fiziksel özelliğini daha alımlı yapmak için çok zaman, para ve enerji harcamak, pek kimsenin gidemediği ülkelere, şehirlere ve mekanlara gitmek ve oralardan fotoğraf ve konum paylaşmak, konuşmalarında ve davranışlarında bunları öne çıkarmak,… Tüm bunlar, söz konusu değerlere sahip olmayan ve bunlara özenenler için cazibeli, büyüleyici, hayranlık uyandıran ve yüksek takdir gereken harika şeylerdir.
Sahip olduğunuz değerler bunlardan ibaretse, değeri bunlarda aramanız anlaşılır bir şeydir. Bu değerlerin büyük çoğunluğu, yüksek bilinç ve emek gerektirmeyen, satın alınabilir fantezilerdir. Tüm hayatını satın alınabilir şeylere adayanlar, bu açıdan kendi fiyatlarını da biçmiş olurlar.
Saygınlığı, onurlu olmayı, şeref ve itibarı maddi değerlerde arayanların elde edeceği değer, esasında insana, gerçek bir güven kazandırmaz; o yüzden bazıları bu durumu, hormonlu özgüven diye niteler. Bu özelliklerinizden dolayı sizi takdir edenler, size hayran olsalar da, size güvenmezler. Meta’ya dönüşen değer, her dönem daha alımlısını, daha gösterişlisini, daha görkemlisini üretir. Modaya ayak uydurmak bir süre sonra sizi yorar; paranız dayanmaz, paranız dayansa bile, eski enerjiniz, sağlığınız ve günden güne ilerleyen yaşınız buna müsaade etmez. Üstelik tüm bunlar, maddi sömürüden ve duygusal istismardan asla arınık olmaz.
Sağlığınızı, gücünüzü ve gençliğinizi kaybettikçe, artık eski itibarınızı ve saygınlığınızı da bulamazsınız.
Diğer taraftan, satın alınabilir eşyalarla prestij (izzet) kazanan insanlar, fena halde kibirlidirler. Zayıf görünmek onlar için yıkıcıdır. Aşağılık/ezik psikolojisi, onları güçlü görünmeye zorlar. Onların büyüklük saplantısı, başkalarını küçümseyen söz ve davranışlarında sık sık açığa çıkar. İtibarı hangi yollarla edinmişlerse, o yollar bu kişilere, insanları aldatmayı, göz boyamayı, hilekarlığı da öğretmiştir. Memnun olmadıkları ve rahatsız oldukları kişilerin olumsuz veya kötü söz ve davranışlarını düzeltme yerine, bu kişileri rezil etme ve küçük düşürmenin yollarını arar. Böyle kişilerin en güçlü silahı, rakiplerini ve daha az saygın (!) gördükleri kişileri lekelemek ve rezil etmektir. Nasıl ki saygınlık (!) elde etmek için büyük bir zaman, emek, enerji ve güç harcamışlarsa, lekelemek ve rezil etmek için de aynı şekilde zaman, emek, enerji ve güç harcar, adeta bunu bir propagandaya dönüştürürler. “Kimbilir, belki de…” diye başlayan kurgularla, bilgiye ve belgeye dayanmadan gayp hakkında karanlık alanlar yaratıp, atıp tutmaktan çekinmezler. Buna narsistik yaşamlar da diyebilir. Narsistik yaşamlar, genellikle kendi PR’ını en üst düzeye çıkarma, rakiplerini veya karşıtlarını da yerin dibine sokma üzerine kuruludur.
Böyle kişilerin, başkalarının yapacağı her değerlendirmeden ciddi biçimde etkilenmeleri, onları köksüz kılmıştır. Olumlu, olumsuz veya öylesine yapılan değerlendirmeler karşısında, gerçeğe saygı göstermek ve yoluna devam etmek, kişiyi bu hastalıklı yapıdan belki kurtarabilir. Kuşkusuz doğru insanların yaptıkları değerlendirmeler “kıymetli”, kötü insanların yaptıkları değerlendirmeler “kıymetsiz”, öylesine yapılan değerlendirmeler “önemsiz” görülmedikçe, gerçeğe saygıdan söz edilemez.
Kuşkusuz yukarıda sayılanlar, her insanın kendi ihtiyacı ve konforu oranında önemlidir.
Bir de saygın, onurlu, şerefli ve itibarlı olmanın, doğru insan olmakla mümkün olduğuna inanan insanlar vardır.
Bu insanlar, kenar mahallede otursalar da, üzerlerinde yamalı elbise olsa da, ulaşım ihtiyaçlarını toplu ulaşım araçlarıyla karşılasalar da, saygın ve onurlu insanlardır.
Bu kişilerin saygınlığını, konuşmalarından ve davranışlarından anlayabilirsiniz. Bilinç düzeyleri yüksektir; kimsenin canına, malına ve onuruna kastetmeden kendi alın terleriyle yaşarlar.
İnsani ve ahlaki değerleri köklüdür. Hayati bir durum olmadıkça asla yalana tevessül etmezler, başkalarının hakkını yemezler, kimseye zarar vermezler. Güçleri oranında insanların hakkını hukukunu gözetirler.
Böyle insanlar gerçekten de saygındırlar, kendilerini asla ezik hissetmezler. Onlar, inandıkları değerlerin, yaptıkları ve söyledikleri şeylerin doğruluğundan emindirler. Bunlar; elektrikçi, muslukçu, çoban, inşaatçı, esnaf, sanatkar, mühendis, doktor, öğretmen, hangi meslek grubundan olursa olsun, ilgili ve ilişkili olduğu kişileri asla aldatmadıklarından, onları, farklı özelliklerinden dolayı asla ezmediklerinden emindirler.
İnsani ve ahlaki değerler, hiç kimseye zarar vermeme üzerine kuruludur. Bu temel üzere yaşayanlar, yalandan, talandan, haksızlıktan, zorbalıktan, her türlü hilekarlık, ayrımcılık, sömürü, istismar, bozuculuk ve yıkıcılıktan uzaktırlar. İnsanı asıl değerli kılan değerler; barış içinde yaşamak, insanların haklarını gözetmek, bilgiye ve emeğe değer vermek, adaletin her yerde işlemesidir.
Bir de, sözde insani ahlaki ve insani değerlerden bahsedip, akılları ve gönülleri; değerli, saygın, şerefli ve itibarlı olmayı; meta (satın alınabilir şeylere)’ya sahip olmakta veya böyle kişilerin yanında arayan kişiler vardır. Bunlar, her iki taraftan da rant peşinde olanlardır. Hem kendilerini meta’laştıranların yanında, hem de ahlaki değerleri saygınlığın merkezine koyanların yanında şeref ve itibar aramaktadırlar. Gerçek değerler, adeta emaneten, hoşnutsuz biçimde yanlarında durmakta, kendileri gerekli gördükçe ortaya çıkarmaktadırlar. Asıl saygınlığı, şeref ve itibarı, kendilerini meta’laştırmakta aramaktadırlar. Doğruluk ve güvenirlik, hakkaniyet ve sorumluluk, onun değerli olması için yeterli, onu tatmin edecek şeyler değildir. Ama bir taraftan da bunları terk etmeyi kendisine yakıştırmaz, gururuna yediremez, ama aklı fikri, kendini meta’laştırmaktadır. Hayatı gelgitlerle geçer ve iki tarafa da yaranamaz. İki tarafta da itibar görmez. Ne kendisini meta’laştıranlarla boy ölçüşebilecek güce sahiptir, ne de ahlaki değerleri hayatlarının merkezine koyan ve bununla razı olanların sahip olduğu ahlaki bilinç ve ahlaki sorumluluğa sahip olur.
Diğerleri şu veya bu düzeyde bir hayat sürerken, arada kalan kişi, çok fazla zorluk ve sorun yaşar. Kuşkusuz gücünü insani ve ahlaki değerlerden alan, iç motivasyonla beslenen, güvene dayalı ilişki ve dostluklar kuran insanlar, kalıcı ve sağlıklı bir hayat sürerler. Gücünü markalardan, lüks ve şatafattan, cafcaflı hayattan, şov gösterişten alan kişiler ile her şeyden nem kapan, dış uyarıcılardan fazlasıyla etkilenen kişilerin ahlaki değerlere sımsıkı bağlanması ve bu doğrultuda değer üretmesi, kararlı ve istikrarlı davranması ve güvene dayalı kalıcı ilişkiler kurması neredeyse imkansız gibidir.
“İkiyüzlüleri (münafıkları; hakka inanan, sonra hakkı reddeden; sonra hakka inanan, sonra hakkı reddeden; sonra hakkı reddetmeyi daha da ileri noktalara taşıyan kararsız karaktersizleri) acı verici cezayla müjdele! Onlar (münafıklar), hakka inananların yanı sıra hak karşıtlarını veli (kılavuz yol gösterici) edinenlerdir. Onların yanında onur ve saygınlık (izzet) mı arıyorlar? Onur ve saygınlık (izzet), bütünüyle Allah’a aittir/elindedir.”
(Kuran, Nisa, 4/137-139)
Ahlaki açıdan gelişmiş toplumlarda kişinin veya toplumun değeri, onların adaletli ve merhametli olmalarıyla ölçülür.
Ahlaki erdemlerden yoksun toplumlarda ise kişinin veya toplumun değeri maddi güçle ölçülür. Çünkü orada, yalnızca maddi güç sahiplerine itibar edilir.
Maddi güç bu denli putlaştırılınca, sık sık el değiştirir; onu eline geçiren bir diğerini dövme hakkını kendinde görür. O yüzden herkes, maddi gücü ele geçirmenin savaşını verir.
Maddi güç; bazen paradır, bazen sermayedir, bazen taraftardır, bazen askerdir, bazen makamdır, bazen mevkiidir, bazen silahtır, bazen de kaba kuvvettir.
Değerin yalnızca maddi güçle ölçülmesi, insanı, alınıp satılabilen ekonomik mala (meta’ya) dönüştürür. Artık yalnızca eşyanın ve mülkün değil, insanın da bir fiyatı vardır. Bu fiyatı ödeyenler, satın alınan kişileri her işte kullanabilirler.
Bir bedel karşılığında kullanılan bu insanların; akılları, iradeleri ve vicdanları devre dışı kalır. Bunun sonucu bu güruh, yaptıkları iyiliklerin ve kötülüklerin, anlam ve amacını düşünmeden her işi robot gibi yerine getirir. Anlam ve amaçtan yoksun böyle bir güruhun beklentisi, havuç; korkusu, sopadır. O yalnızca emirlere uyar; açık-net yanlış olan durumlarda bile itiraz etmez, sorgulamaz.
Oysa Allah, efendi veya büyük diye yüceltilen kişilere her durumda koşulsuz itaatin, ileride büyük bir pişmanlığa yol açacağını bildirmiştir:
“Ve dediler ki:
‘Rabbimiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Onlar bizi hak yoldan saptırdılar. Rabbimiz, onlara iki kat ceza (azap) ver ve onları büyük bir lanete uğrat (sosyal hayattan dışla/yalnız bırak)!” (Kuran, Ahzab, 33/67-68)