Yıldızların Düşündürdükleri
Dünyanın içinde bulunduğu Güneş Sistemi ve Güneş Sisteminin içinde bulunduğu Samanyolu Gök Adası… En az 200 milyar yıldızı barındıran Samanyolu Gök Adası, bütün evrenin büyüklüğü düşünüldüğünde bir noktadan farksız. Bu 200 milyar yıldızdan biri olan Güneş ve çevresindeki 8 gezegenden oluşan Güneş Sisteminin büyüklüğü, bu noktanın ne kadarı eder acaba? Peki ya Dünya? Bu nokta benzetmesinde, Dünyayı hesaba bile katamıyoruz… Peki ya insan? Yani bizler?
Evrensel düzeydeki bu karşılaştırmalar hep şaşırtıcı olmuştur, olmaya da devam edecektir. Gök cisimlerinin büyüklük açısından karşılaştırılmalarının yanı sıra, sayı açısından karşılaştırılmaları da akıllara sığmayacak bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Bu konudaki en tipik benzetme şudur: “Dünyadaki bütün plajları düşünün. Bu plajlardaki bütün kum tanelerini düşünün. İşte evrende onların sayısı kadar yıldız vardır.” Tabii kimse plajlardaki kum tanelerini de yıldızları da saymış değildir. Ancak yıldızların ne kadar çok olduğunu ve evrenin ne kadar büyük olduğunu kelimelerle ifade edememenin bir sonucu olarak böyle benzetmeler yapılmaktadır. Gökyüzüne baktığımızda kentteki ışıkların da etkisiyle ancak 3-5 tane yıldız görebilen bizler için kum tanesi benzetmesi, çok inanılmaz gözükmektedir.
Evrenle ilgili bu bilgiler pek çok açıdan yorumlanabilir elbette, yıllar yılı yorumlanmıştır da. Fiziki dünyanın sosyal bilimlere etkisi, yadsınamayacak kadar çok olmaktadır. Bu etkilerin en büyüğü teoloji alanında ortaya çıkmaktadır. Özellikle Tanrı’nın varlığını ispat etme noktasında evrenin büyüklüğü, gök cisimleri arasındaki muhteşem düzen sıkça örnek olarak verilmektedir.
Fiziksel dünyanın teoloji alanında bir veri olarak kullanılmasının; Tanrı’nın varlığı meselesinden çok, ahlaki açıdan gerekli olduğunu düşünüyorum. Bunu şöyle izah etmeye çalışayım: İnsan ilişkilerini derinden etkileyen en temel ahlaki problemleri; kibir, gösteriş ve kıskançlık şeklinde özetleyebiliriz. Bunların nedenleri irdelendiğinde, arka planda, kişinin ya kendini ya da başkalarını gözünde büyütmesinin olduğu görülebilir. Fiziksel görünüş, mal-mülk veya mevki ile büyüklük saplantısına kapılan kişilerde kibir; başkalarını bu ve benzeri nedenlerle gözünde büyüten kişilerde ise gösteriş ve kıskançlık gibi problemler ortaya çıkmaktadır.
Yukarıdaki benzetmeler ışığında evrenin büyüklüğünü hayal etmeye çalıştığımızda, insanın evrensel düzeyde, bir noktanın milyonda biri olamayacak kadar küçük bir varlık olması; yukarıda söz ettiğimiz mal, mülk, fiziksel görünüş ya da mevki gibi nedenlerle kendini ya da başkalarını gözünde yüceltmesini ne kadar da anlamsız kılmaktadır! Uçaktan bile bakıldığında birbirinden farksız ve karınca gibi görünen insanların bu ve benzeri nedenlerle kapris veya kompleks sahibi olmaları, kendi karakterlerini bozmalarının yanı sıra toplumsal barışa engel olmaları yazık değil de nedir?
Bu sözlerle insanın değersiz bir varlık olduğunu kastetmiyorum elbette. Fiziksel açıdan küçük ancak aklıyla, vicdanıyla ve bilinciyle seçkin bir varlıktır insan. Düşünme yetisiyle devasa yıldızların ulaşamayacağı bilgilere ulaşabilir; duyguları, vicdanı ve inancıyla diğer varlıkların iyiliği için fedakârlıkta bulunabilir, mücadele edebilir. Düşünmek, iyilik etmek, yardımlaşmak gibi yetiler sadece insana mahsustur. İnsanı esas değerli kılan da bunlardır. Bunların manevi değeri olduğu ve o da ölçülemediğinden, fiziksel olarak çok küçük olan insanı, devasa yıldızlardan daha kıymetli hale getirir. Maddi yahut fiziksel şeyler ile değer aramak ise insanı cisimleştiren ve dolayısıyla da küçülten bir durumdur.
Konuyla ilgili şu ayetler temel alınabilir:
İsra 37: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin.”
Lokman 18: “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”