Moda Akımların Rüzgârına Kapılmak
MODA AKIMLARIN RÜZGÂRINA KAPILARAK İTİBAR VE GÜÇ KAZANMAK
(Ateizmi ve Deizmi slogana ve şov aracına dönüştürmek)
Her devrin veya her dönemin adamı olmak, kimileri için bir yaşam biçimi…
Güce ve itibara yaranmaya, şirin görünmeye çalışmak, yaltaklanmak…
Makam ve mevki için geçerli olan bu deyim, itibar kazanmak veya itibarı korumak isteyenler için de kullanılıyor.
Bir Kamuoyu Araştırması yapılsa, doğru veya yanlış ayırt etmeden piyasada revaçta, moda olarak ne varsa, kimilerinin buna amaçsızca akın ettiğini görürsünüz. Bu, bazen bir ekonomik ürün, bazen bir ideolojik akımdır.
Her devrin adamı olanların ihtiyacı, makam ve mevki ise, bu amaçla her türlü taklayı atarlar.
Eğer onların ihtiyacı şan şöhret ve itibar ise, ortama uygun en yaldızlı lafları söyler, en dikkat çekici davranışlarda bulunurlar.
Moda da bunlardan biridir.
Modanın bir maddi yönü var:
Cemiyet hayatına katılmak isteyenler, dönemlik veya yıllık moda trendlerini de takip etmek zorundalar. Yoksa âlemlere karışamazlar. Bunları bilmeden âlemlere karışırlarsa, âleme maskara olurlar.
O yılın giysileri, takıları, ev dekorasyonu, duvarların ve örtülerin uyumu, aksesuarlar, oturma düzeni, konuşma kalıpları, davranış biçimleri…
Modanın bir de ideolojik tarafı var:
O dönemin fikri akımları nelerdir, bunları bilmek, buna uygun bir dil, bir jargon kullanmak gerekir. Yeni bir fikir varsa, ondan geri kalınır mı? Hem geyiğini yaparsın, hem kafana göre yaşarsın, hem de egonu rahatlatırsın. Ekonomik nedenlerle modanın maddi tarafı olan sosyeteye katılamasan da, fikri yönden neden ayrı kalasın ki!
Moda akımlar vardır:
Mesela kimi zaman devrimcilik veya devrimci geçinmek moda olur.
Kimi zaman Kemalizm…
Kimi zaman Batı hayranlığı…
Kimi zaman Kapitalizm…
Kimi zaman Sosyalizm…
Kimi zaman Ateizm…
Kimi zaman partizanlık…
Kimi zaman Futbol…
Kimi zaman takım tutmak…
Kimi zaman Milliyetçilik…
Kimi zaman bilmem ne grubuna mensup olmak…
Kimi zaman New Age…
Kimi zaman İslamcılık…
Kimi zaman Sufilik…
Kimi zaman Osmanlıcılık…
Kimi zaman Particilik…
Kimi zaman Deizm
Kimi zaman dindarlık…
Zamanın rüzgârına kapılanlar, o dönemin moda akımı neyse, kendilerini ona nispet ederler. Bu sayede kendileri adam yerine konur; dönemin veya devrin adamı olur; adeta tüzel kişilik kazanırlar. Bir zamanlar devrimcilik modaydı. Sonra Sosyalist olduğunu söylemek moda oldu. Sonra dini akımlar…
Her biri, kendi çevresinde itibar görür.
Dine mesafeli olanlar, kendisini Ateizm veya Deizm’e nispet ederek ilgili çevrelerde saygınlık kazanır, âlemdeki yerini alırlar. Dine yakınlık hissedenler, ortama göre, biraz Sufilik, biraz Milliyetçilik karışımı bir anlayışla, ilgili çevrelerde şeref ve itibar görürler. Bir de hem dine mesafeli, hem de dine yakın olmak isteyenler var… Bütün âlemlerde tutunmak isteyenler… Onlar, arada sıkışıp kalmışlardır. Çelişkilerle gelgitleri yaşarlar.
Ama moda, insanı çok pis harcar ve sonra adın modanın kurbanlarına çıkar.
Moda insanı tüketir, hem de gözünün yaşına bakmaz. Mesela devrimci olursun; ama kurbanlar, devrilenler, hep yoksullar ve yoksunlar olur.
Bilmem ne akımına kapılırsın. Zamanın, enerjin, sağlığın, kazanımların ve ömrün gider. Bu arada akılsız ve sorumsuz yaşadığın için arkanda kaybettiklerini ve zarar verdiklerini geri getiremezsin.
Moda ve moda akımlar, yalnızca kullanır.
Kısaca rasyonel ahlak ve hak ve adalet merkezli yaşamadıysan kullanılırsın.
Neden insan, her devrin veya her dönemin adamı olur?
Eğer bir insanın sabitesi (bölgeye, döneme, ortama, zamana ve mekâna göre değişmez doğruları) yoksa, o bulunduğu mekana, zamana ve ortama uygun renge bürünür. Çünkü böyle bir kişinin değerler sistemi ya yoktur, ya da çok zayıftır. Böyle olduğu için ortamdan beslenmek ve güçlenmek ister. Ama bu beslenme ve güçlenme biçimi; yapaydır, güvensizdir ve kalıcı değildir.
Peki, insanın sahip olması gereken asgari sabiteler nelerdir?
Öyle yüzlerce, binlerce sabitenin olması gerekmiyor.
En azından bir tane sabitesi (kırmızı çizgisi, omurgası) olmalı insanın…
Mesela, yalana ve iftiraya karşı olmak gibi…
Veya haksızlığa karşı olmak gibi…
Sabiteleri (ilkeleri) olmak demek, kişinin; ister yakın çevresine, isterse karşı olduğu çevrelere karşı olsun, temel haklar ve özgürlükler konusunda açık net ve tutarlı bir duruş ve tutum içinde olması demektir. Mesela; yalana ve iftiraya, haksızlığa ve hırsızlığa, cana kıymaya ve bozgunculuğa, ayrımcılığa ve sorumsuzluğa karşı olması, insani sabitelerdir. Herkesin can ve mal, kişilik ve onur, sağlıklı düşünme ve inanç güvencesine sahip olmasını amaç edinir.
Sabitelerden (omurgadan) yoksun biri, her dönemin veya devrin adamı, ortamın şakşakçısı olur. Böyle biri, değerini ve gücünü, hak etmediği halde getirildiği makam ve mevkiden, insanların beğenisi ve takdirinden alır. Böyle bir değer ve güç; insanı, özdeğer ve özgüven sahibi yapmaz. Zaten bu zihniyete göre makam ve takdir yoksa değer de olmaz.
Böyle bir değerin ve gücün bir fiyatı vardır. Bu değer ve güç, ticari bir meta gibidir; belli bir menfaat karşılığında alınır ve satılır.
Oysa makam ve mevkiden, şan ve şöhretten bağımsız sabiteleri (ilkeleri ve değerleri) olan insanların sahip olduğu değerler, paha biçilmezdir; alınıp satılmaz. İşte o insanlar, güven sembolü; hem değerli, hem de özgüven sahibidirler.
Değeri ve gücü, sahip oldukları makamdan, takdir ve şöhretten alanlar, her şeyin bir fiyatı olduğuna inandıkları için, her şeyi ve herkesi satın alabileceklerini ve satabileceklerini düşünürler.
Hakkı, hakikati ve gerçeği arayanlar ve onu gerçekten öğrenmek isteyenler; buldukları ve öğrendikleri her hakikate, hatta hakikat kırpıntısına, en küçük hakikat parçasına bile, sımsıkı tutunurlar; tutundukça ilahi adalet gereği daha fazlasını öğrenirler. Çünkü bir gerçeğe sımsıkı tutunanların, o gerçekten önce de tutunarak ilerledikleri bir sabiteleri (ilkeleri ve değerleri) vardır ve iyi niyetle yola çıkmışlardır. Böyleleri elbette dürüstlüğe, doğru bilgiye, hak ve adalete değer verir, sorgulayıcı yaklaşır ve empati kurarlar.
Moda fikir akımlarının rüzgârına kapılanlar; özdeğerler sabitesinden yoksun ve yozlaşmaya açık olduklarından dolayı konuşmak için konuşur, slogan atar, başkalarına cevap yetiştirmek, muhataplarını mat etmek, hava atmak, itibar kazanmak için öğrenmek isterler. Doğru bilgiye ulaşsalar da, o bilgiyi yürekten sahiplenmedikleri için, doğru bilgi onlarda kalıcı iz bırakmaz. Zaten onların derdi, hakikate ulaşmak ve ona sahip çıkmak değildir. Ego tatmini, ortamdan itibar ve takdir görmek, farklı görünmek, öncelikli amaçlardır. Öncelikli amaç ne ise, inanç ve davranışlar da bu doğrultuda gelişir ve biçim kazanır. Ego tatmini ve farklı görünmek gibi amaçlarla yola çıkanlar da, güya hakikati aradıklarını ve sorgulama yaptıklarını sanırlar. Oysa niyetlerinin bozuk olmasından dolayı, bilgi alış verişi yaptıkları kişilerin karizmasından, statüsünden, konumundan, görüntüsünden, ses tonundan etkilenir, hatta büyülenirler; içeriği kesin bilgiye dayanmayan; masal, efsane, mitoloji unsurlarına doğruymuş gibi teslim olurlar, çelişkileri ayırt edemezler.
Değişmez sabiteleri (ilkeleri ve değerleri) olmayanlar veya bunları kararlı ve net biçimde sahiplenmeyenler; değer vermeyle putlaştırmayı, özgürlükle haksız kısıtlamaları, hakikat ile batıl inançları, ahlaki değerlerle hurafeleri, gerçek ile yalanı, barışçıl girişimler ile bozgunculuğu, hak ve hukukla haksızlığı, emek ile hırsızlığı, yaşatma ile hayatları söndürmeyi, adaletle ayrımcılığı, sorumlu davranmakla sorumsuz davranmayı nasıl ayırt edecekler!?
Zaten bu yazıyı yazmama neden olan şey, moda akımların etkisiyle göstermelik iş yapan, konuşmak için konuşan, aklına estikçe konuşma gereği duyan anlayışlardır.
Ateist ve deist akımlardan etkilenip sözüm ona (güya), her itirazı ve karşı çıkmayı sorgulama sanan, sorduğu sorular karşısında, önüne açık-net hakikatler; evrensel ahlak, ortak akıl açısından doyurucu cevaplar çıksa da, peki, şuna, buna ne diyeceğiz diye sormaya devam eden… Ona cevap verince, peki, buna ne diyeceğiz diyerek, önceki cevapları hiçe sayan, onlarla ilgili açık net bir geri dönüt vermeyen, samimi bir tutum sergilemeyen, hakikati ortaya koyan o cevapları perdeleyen kişiler, işte bu sabitelerden yoksun, moda akımların günübirlik etkisiyle hava attıkça, havalarını alan kişiler olmalılar!
Moda akımlardan etkilenerek dine mesafeli duran bu insanlarla konuşunca, onların her birinin, üst perdeden hem de çok iddialı sözler söylediklerine tanık olursunuz: Bu dini güya çok iyi biliyorlardır; bilmem ne meşhur kişilerle konuşmuşlar, bilmem ne kurslarına katılmışlar, bilmem neleri öğrenmişler, bilmem kaç tane din kitabını ve ilmihali okumuşlardır.
Kur’an’ı bile kaç kez hatmetmişlerdir!
Peki, ya anlayarak?
Tabii, mealini, tercümesini de okumuşlardır. Ama öylesine, roman okur gibi.
Yahut Kur’an’ın reddedenlerin, yalnızca reddettikleri bölümleri görmek için…
Kısaca önyargılı ve parçacı bir okumayla…
Tarih boyunca önüne gelenin ekleme ve çıkarma yaptığı hurafe ve batıl inançlarla, palavralar ve saçmalıklarla örtülü ve örülü bir yapının beyinlere kazıdığı bir okumayla…
Ancak samimiyetle ve ciddiyetle, iyiniyetle, rasyonel ahlakla, edebi ve hukuki bir metni okurken bile takip edilmesi gereken asgari kuralları ve mantık ilkelerini işleterek okumadıkları tek kitap vardır: KUR’AN…
AYRICA KONUYLA İLGİLİ YAZARIN DİĞER YAZILARI İÇİN BKZ.
Ateistçe Sorular: Çocuklar Neden Ölmektedir ve diğerleri
Ateist, Ahlaki Erdemlere Bağlı Müslüman Kadar Erdemli Olabilir Mi?
Ateistler Kimdir, Ne İstiyorlar?
Ateizmde ve Deizmde Paradigma Sorunu
Dinlerde Tanrı Anlayışı
Evrim Tarihi
Kur’an’ı Bilimsel Yöntemlerle İncelemek