Mideyi Değil Vicdanı Doyuracak Amaçlar
Dünya; çatık kaşlı, somurtkan, mutsuz insanlarla dolu.
Sürekli şikâyet eden, oflayan püfleyen, enerjisini kaybetmiş insanlar…
Hayatlarını şikâyet ederek tüketiyorlar.
Elbette ki savaş, zulüm, açlık ya da büyük hastalıklarla mücadele eden veya bunlara uzaktan dahi şahit olduğunda üzülen insanları kastetmiyorum. Onların üzüntüsü haklı ve değerli bir üzüntüdür.
Ancak bir de ortalama yaşam standartlarında her şeye sahip olmasına rağmen, kendi bencil dünyasındaki basit isteklerinden dolayı mutsuz olan ve etraflarına mutsuzluk saçan insanlar var.
Enerjiyi ve mutluluğu genellikle evlerin, eşyaların, arabaların veya kıyafetlerin yenilenmesinde, lüks tüketimde arıyorlar.
Ancak neye sahip olurlarsa olsunlar, bir türlü memnun ve mutlu olamıyorlar.
Yetmiyor… Yetinmeyi bilmiyorlar.
Büyük bir beğeniyle aldıkları kıyafet, ona sahip olduktan sonra değerini yitiriyor. Dışarıdakiler ise daha kıymetli görünüyor gözlerine.
Ellerindekinin değerini bilmiyorlar.
Örneğin,
Güneşli bir günde işe giderken sıcaktan şikayet ediyorlar.
Yağmur yağınca, yağmurdan şikayet ediyorlar.
Hava güzel olunca, işe gittikleri için şikayet ediyorlar.
Tatil olunca, neden evdeyim diye şikayet ediyorlar.
Pikniğe gidince, neden deniz kenarında değilim diye,
denize gidince, neden bir tatil köyünde değilim diye,
tatil köyüne gidince, neden daha lüks bir yerde değilim diye şikayet ediyorlar.
Hep daha fazlasını isterken hayatta sahip oldukları güzellikleri kaçırıyorlar. Güneşin, yağmurun, iş sahibi olmanın, tatilin, ağaçların, denizin vereceği mutluluğu ıskalıyorlar.
Bu durumun 2 nedeni olduğunu düşünüyorum.
Birincisi yaşamak için anlamlı bir nedenleri yani değerli bir amaçları yok… Amaçsız yaşam, yani insanın kendini adadığı üst bir idealinin olmayışı, hayatı boş ve çekilmez kılıyor.
Esasında dünyadaki mal mülk gibi maddi unsurlar, Allah tarafından insanların kullanımına sunulmuş araçlardır. İyi-güzel-erdemli amaçlara ulaşmak için kullanılması gereken araçlar… Ancak ideali olmayan insanlar bu araçları, amaç haline getiriyor.
Oysa onlar o kadar geçici ki, yaşama amacı haline geldiğinde insanı tatmin etmiyor; yaşamak için yeterli enerjiyi ve coşkuyu vermiyor.
Peki yaşama amacı bunlar değilse ne olmalı?
Geçici olmayan, kişi ölse bile yanında götürebildiği veya ölümünden seneler sonra bile dünyada iyi bir şekilde hatırlanmasına vesile olan şeyler…
Mal, mülk ya da diğer geçici hevesler; insan öldükten bir süre sonra onunla birlikte ölür. Kişi onların zerresini dahi ölürken yanında götüremez.
Ölümümüzden sonra miras olarak bıraktıklarımızın sadece, bir süre sonra bizimle birlikte ölecek şeyler olması; bu dünyadan gelip geçişimizin hiçbir anlamı olmadığı, bu dünyaya hiçbir şey katmadığımız anlamına gelir.
İnsanın dürüst, erdemli bir yaşam sürmeyi hedeflemesi; kendi basit çıkarlarının ötesinde, diğer insanlar ya da canlılar için birtakım sorunları dert etmesi, bunların çözümü yönünde düşünsel ve fiili bir mücadele içinde olması ve bunları yaparken mutlak iyi ve üstün bir gücün onu desteklediğini hissetmesi hayatı anlamlı kılan yegane şeydir.
Böyle insanlar hayatları boyunca dünyada olup bitenleri, çevrelerini, insanları ve diğer canlıları gözlemler; düşünür, sorgular, konuşur, emek harcar… Dolayısıyla onlar için hayat tekdüze geçmez, sadece evden ve işten ibaret olmaz, konuşacak ve paylaşacak şeyleri bitmez. Bu da hayatlarını daha dolu dolu ve enerjik yaşamalarına neden olur.
İnsanları genel bir mutsuzluğa ve tatminsizliğe sürükleyen nedenlerden biri amaçsız yaşam ise, diğeri de şükür eksikliğidir.
Şükür duygusu;
yetinmeyi ve memnuniyet duymayı öğretir,
hırslardan ve ihtiraslardan uzak tutar,
sahip olunan şeylerin değerini bilmeyi sağlar,
insanı sakin, mutlu ve mutmain kılar.
Ancak sanılanın aksine şükretmek pasif bir olgu değildir.
Örneğin:
Üniversiteyi kazandığın için “şükürler olsun” diyorsun;
ancak derslere gitmiyorsun, sürekli devamsızlıktan kalıyorsun,
bu şükür olur mu?
Sağlıklı olduğun için “şükürler olsun” diyorsun;
ancak zamanının çoğunu yatarak geçiriyor, tembellik ediyorsun,
bu şükür olur mu?
Malın mülkün olduğu için “şükürler olsun” diyorsun;
ancak açları, yoksulları gözetmiyorsun,
malını mülkünü doğru şeyler için harcamıyorsun,
bu şükür olur mu?
Gözün, kulağın, aklın olduğu için “şükürler olsun” diyorsun;
ancak okumuyor, dinlemiyor, düşünmüyorsun;
bu şükür olur mu?
Ailenin varlığı için “şükürler olsun” diyorsun;
ancak yüzlerine gülmüyor, oturup onlarla sohbet etmiyorsun,
sıkıntı ve ihtiyaçlarını umursamıyorsun;
bu şükür olur mu?
Şükretmek fiili, sözel ifadelerin yanı sıra, hislerle ve davranışlarla ilgilidir. İnsana memnuniyet duymayı, bardağın dolu tarafını görmeyi, sahip olduklarını doğru değerlendirmeyi ve bunlardan dolayı Yaradan’a minnettarlık duymayı öğretir.
Elbette ki şükretmek, kötü koşullara razı olmak ve daha iyisi için çabalamayı bırakmak da değildir. Tersine, asıl bu şükürsüzlük olur. Çünkü böyle bir durumda insan, Allah’ın verdiği potansiyeli ve sunduğu fırsatları doğru bir şekilde değerlendirmemiş olur. Yukarıda dile getirdiğim gibi, şükretmek, aktif bir olgudur.
Anlamlı ve değerli bir yaşam amacı olmayan insanların, şükretmeden nankörce geçirdiği hayatlarının tadı tuzu olmaz. Böyle bir hayat zaman içerisinde boş ve tekdüze gelmeye başlar, hayattan zevk almama durumu ortaya çıkar. Hayatın bencil isteklere indirgenmesi; tüketim çılgınlığı, sahip olunan şeylerin değersizleşmesi, dışarıdaki şeylerin gözde büyütülmesi, hep daha fazlasını istemek, bir türlü memnun olamamak, özenti ve israf gibi problemler ortaya çıkar.
Dolayısıyla insan, hayatında, midesini değil vicdanını doyuracak amaçlar edinmelidir.