Din İstismarı ve Kişisel Sorumluluk
“Ve derler ki: “Eğer iyice dinleseydik yahut düşünüp akletseydik, şu çılgın ateş halkı arasında bulunmazdık!” (67Mülk/10)
Dinle ilgili istismarların önüne ancak doğru bilgiyle geçilir. Bilen insan, öyle kolayca kandırılamaz; ancak bilmeyenler aldatılır. Bu yüzden, mesaimizin önemli kısmını, gerçeği (hakikati) öğrenmeye ayırmalıyız; bildiğimizin doğru (hakikat) olduğundan emin olmalıyız. Bunun için rasyonel düşünce ve rasyonel ahlakla hareket etmeye mecburuz.
Dünyanın her ülkesinde, hemen her dinde, dini (erdemli yaşayarak Yaratıcı’ya yaklaşmanın esaslarını), kötü amaçlarla veya çarpık anlayışlarla kullanan, bu yolla kendisine ve çevresine güç ve itibar kazandırmayı amaçlayan, bu amacına erişmek için her yolu mübah gören, dinin ahlaki esaslarını ikinci plana iten, dindeki küçük ayrıntıları sanki çok önemli veya en önemli konu gibi bir algı oluşturmaya çaba harcayan ve böylece hayatın ve dindeki temel gerçeklerin üstünü örten, hakikati tersyüz eden din istismarcıları vardır, olacaktır. Pek çok Ortadoğu ülkesi, Hindistan, Vatikan, İsrail, bazı Afrika ülkeleri buna örnektir.
Din konusunda yaşanan istismarlardan kurtulmak için doğruyu (hakikati) bilmeliyiz, öğrenmeliyiz. Bu ise, ancak güvenilir, hatta en güvenilir kaynaktan faydalanmakla, bilginin doğruluğunun sağlamasını oradan yapmakla mümkündür. Yan kaynakları, ana kaynağı baz (esas) alarak ve onların yazıldıkları dönemin siyasi, kültürel, tarihsel ve coğrafik koşullarını dikkate alarak okumalıyız. Sağlam referans kaynaklara önem veren rasyonel düşünce ve rasyonel ahlak sahibi insanları elbette dinleyebiliriz, dinlemeliyiz. Tüm bunlar, bilginin ve tecrübenin öneminden kaynaklanmaktadır.
Elimizdeki bilgi, belge ve deneyime dayalı veriler, ne kadar sağlıklı olursa olsun, son kararı kendimiz vermeliyiz. Hem de kendi aklımızla, bilincimizle, irademizle, dirayetimizle ve vicdanımızla karar vermeliyiz. Çünkü Rabbimizin huzurunda da, insanlara göre de kararlarımızdan, söylem ve eylemlerimizden, tutum ve davranışlarımızdan yalnızca biz sorumluyuz. “Ben bilmiyordum; benden önceki insanların, büyük çoğunluğun, önemli zatların, toplum büyüklerinin, saygın efendilerin veya dini otoritelerin kararlarına uydum. Eğer yaptıklarım yanlış ise, bu hatalarımdan onlar sorumludur. Onların hakikati bildiklerine inandığım için böyle yaptım” gibi bahanelerimiz, dinen de, hukuken de geçerli değildir. O yüzden, çok iyi düşünmeli, çok iyi dinlemeli, çok iyi muhakeme etmeli, çok iyi aklımızı kullanmalıyız ve sonuçta bütünüyle kendimizin sorumlu olduğu son kararı yine kendimiz vermeliyiz.
“Yoksa sen, onların çoğunun iyi dinlemekte yahut düşünüp akletmekte olduğunu mu sanıyorsun? Hayır, onlar davar sürüsü gibidir, hatta onlar, yolca daha da şaşkındır…” (25Furkan/44)