Hislerini Rota Edinenler Büyü Dinine Savrulurlar
İnsan çoğu zaman aklını kullanacağı yerde hisleriyle hareket ettiği için yanlış yollara savrulur.
Ağlayarak konuşan birini görünce büyülenir.
Akıcı-etkileyici konuşan birini görünce büyülenir.
Ruhani-coşkulu bir atmosfer görünce büyülenir.
Büyük kalabalıkları görünce büyülenir.
Oysa Hristiyanların, Hinduistlerin ve hatta puta tapanların ayinlerinde bile öyle ruhani atmosferler, öyle büyülü-duygusal ortamlar vardır ki; salt hisleriyle hareket edenler bunlara şahit olduğunda o taraflara bile savrulabilir.
Dolayısıyla hisler, doğru rotayı yani hakikati belirledikten sonra devreye girmelidir.
Örneğin; içinde bulunduğunuz gemi sizi doğru yere ulaştıracaksa, sağlamsa, su almıyorsa yani güvenli ise yolculuğun tadını çıkartabilirsiniz. Güneş, rüzgar ve dalgaların sesi o zaman hoşunuza gider.
Geminin doğru yöne gittiğinden veya sağlamlığından emin değilseniz ve hala geminin rengiyle, büyüklüğüyle veya güneş, rüzgar ve dalgalarla oyalanıyorsanız; batmak veya farklı yönlere savrulmak kaçınılmaz olur.
Hakikati belirlemek için eleştirel düşünmek, sorgulamak, delilleri incelemek gerekir. Bunlar ise hislerle değil akılla olacak şeylerdir. Hisler genellikle hoşa gideni ve etkileyici olanı tercih eder. Reklamlarda dahi insanların aklına değil daha çok hislerine hitap edilir. Oysa hakikat her zaman hoşa gitmeyebilir, her zaman etkileyici ve akıcı şekilde ifade edilmeyebilir. Örneğin, Hz. Musa’nın pek akıcı konuşamadığını hatta belki de kekeme olduğunu biliyoruz. Buna rağmen hakkı, hakikati dile getirdiğini de biliyoruz. Dolayısıyla hakikati-doğru rotayı belirleyene kadar vahiy ekseninde aklımızı ve mantığımızı kullanmak zorundayız.
Bununla mekanik bir inancı, mekanik bir gemi yolculuğunu kastetmiyorum. İnsan sadece akıldan, düşünceden ibaret değildir elbette. Aksine, insana ruh ve canlılık katan şey duygulardır. Söylemek istediğim; duyguların doğru eksende çalışması… Kötülüğe karşı iyi hisler besleyip iyilikten nefret ettiğinizi düşünsenize! Bunu kim yapar ki diyeceksiniz. Oysa bir yalana, bir iftiraya araştırmadan inanırsanız tam da bu duruma düşebilirsiniz.
Şu ayetlere bir bakalım:
“Rahmân çocuk edindi” dediler. Andolsun, siz çok çirkin bir şey ortaya attınız. Bundan dolayı neredeyse gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti!”
Meryem 88-90
Bu ayetlerde, İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu iftirasına Allah’ın ne denli öfkelendiğini görebiliyoruz. Allah’ın bu kadar öfkelendiği bir konuda, İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inananlar, onu yüceltirken inanılmaz bir hissiyat içine giriyorlar. Ağlayanlar, ilahi söyleyenler, yardım ve merhamet isteyenler… Bu hissiyatı, bu coşkuyu görüp de akıllarıyla değil hisleriyle hareket edenler; “bu kadar duygu yoğunluğunun olduğu bir inanç yanlış olamaz” diyebilir. Ya da bu hissiyatı yaşadıktan sonra onun doğruluğu üzerinde düşünmeyi, sorgulamayı ya da eleştirmeyi duygusuzluk veya inançsızlık olarak addedebilir.
Hislerin yanıltıcı olabileceğinin örneği sadece bu değildir elbette. Başka pek çok örnek verilebilir. Bakara Suresinin 93. ayetinde İsrailoğulları’nın kalplerine buzağı sevgisinin sinmiş olduğunu söylemesi ilginçtir mesela. Normalde sevgi muhteşem bir histir. Ancak öyle bir sevgi düşünün ki insanı haktan hakikatten uzaklaştırsın, akıldışı ve kötü yollara saptırsın. Olabiliyor işte. Ayrıca En’am suresi 112. ayette de şeytanların insanlara yaldızlı ve hoşa giden laflar fısıldadığından söz eder.
Demek ki her hoşa giden ve etkileyici söz doğru değildir.
Demek ki bir insanın güzel, akıcı ve etkileyici konuşması, her zaman doğru konuştuğu anlamına gelmez.
Demek ki insanın giyimi, saçı, sakalı, şalvarı, cübbesi her zaman onun iyi ve dindar olduğu anlamına gelmez.
Ancak bu noktada yukarıda değindiğim bir konuyu tekrar vurgulamakta yarar görüyorum. Burada sözü edilen şey mekanik, salt akla dayanan bir inanç değildir. Tersine doğru olduğundan yani Allah’ın söylediğinden emin olduğumuz konularda bile hisler çalışmıyorsa, iman kalbe inmemiş demektir. Yaşam enerjimizi mekanik düşüncelerden değil duygulardan alırız. Hakikat yolunda hissettiğimiz coşku, şükür, umut, sevgi ve öfke yaşamımızı anlamlı kılar. Bunun yanı sıra üslubun hakikat konusunda tek belirleyici olmaması, özensiz bir üslup kullanacağımız anlamına gelmez, gelmemelidir. Doğruyu, hakikati düzgün bir üslupla, olabildiğince akıcı ve güzel bir şekilde ifade etmek elbette önemlidir.
“Görmedin mi Allah nasıl bir örnek verdi; güzel/doğru bir söz güzel bir ağaç gibidir; onun kökü sabit, dalları göktedir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir.” İbrahim 24, 25
“Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” Nahl 125