Hinduizm ve Hindistan
HİNDUİZM VE HİNDİSTAN ÜZERİNE
Giz ve gizemlerin ülkesi Hindistan. Bilim adına ve ilahi kitaplarda anlatılan din adına her ne varsa bunların tam karşıtına orada sık sık tanık olursunuz.
Rüyalar, büyüler, sezgiler, astral seyahatler, parapsikoloji, ruhçuluk (spiritualizm), panteizm (tanrılık iddiaları), mistisizm, ilham iddiaları, paganizm, wicca, astroloji, tarot, yıldızname, mitoloji, feng shui, okültizm, ezoterizm, gizemcilik, batınilik, gnostsizm, yoga, maji, kehanet, medyumluk, cinler ve cincilik, deccal, muskacılık, üfürükçülük, muskacılık, nazar, tılsım, meditasyon, renk, hipnoz, manyetizma, ruhsal telkin, biyoenerji, telekinezi, piramitler, taşlar, okunmuş sular, kocakarı tedavi yöntemleri, sayılar, rakamlar, gizli ilimler, şans/sızlık, uğur/suzluk, fütürizm, karma, ufo, telepati, reiki, nirvana, tenasüh, reenkarnasyon, ruh göçü, vb…
Dünyanın çeşitli ülkelerinde görülen bu paranormal inançlar ve uygulamalar, genellikle Hint yarımadasından ithal edilmiştir.
Halkı aldatmanın yollarıdır bunlar. Bunlarla, hasta insanlara sağlık, sağlıklı insanlara insanüstü güce sahip olma “tanrılık” özelliği, yoksullara zenginlik, ölmek üzere olanlara daha statülü bir yaşam vaat edilir. Umut dünyasında insanlar varlarını yoklarını işte bunları pazarlayan şarlatan pazarlamacılara kaptırırlar.
İnsan hakları açısından dünyanın en geri kalmış ülkelerinden biri de Hindistan’dır. 1 milyardan fazla nüfusuyla, Dünyanın en kalabalık ikinci ülkesidir. Nüfusun % 70’den fazlası kırsal kesimde yaşar. Son yıllara kadar nüfusun yarısından fazlası okuryazar değildi.
Hindistan’da geniş halk yığınları sefalet içinde yaşamaktadır. Son derece kötü koşullarda derme çatma evlerde, kötü beslenerek hayat sürerler. Televizyonlarda, Budist rahiplerinin, para ve yiyecek dilenmelerine tanık olmuşsunuzdur. Orada eğitim ve çalışmak, dünyaya bağlılık olarak algılandığı için miskinlik daha fazla takdir toplar. Kirli pasaklı insanların Tanrı Brahman’a daha yakın olduğuna inanılır. Dünyayı değersiz gören bir anlayış eğitime de değer vermez. Bu yüzden eğitim düzeyi oldukça düşüktür. “Bir lokma bir hırka anlayışı” da buradan bizim dünyamıza kendi paradigmasıyla geçiş yapmıştır.
Hindistan adeta din üreten bir ülkedir. Sanki orada din fabrikaları vardır. Her dini, ve o dinin türettiği yüzlerce farklı alt din türlerini bulabilirsiniz. Bu açıdan Hindistan, din üretiminin yanı sıra aynı zamanda yüzyıllardır din ihraç eden bir ülke konumundadır.
“Din” denen olgu, eğer Allah’tan değilse, eğer bozulmuşsa dünyanın en zararlı paradigmasına dönüşür. O yüzden din konusunda çok hassas olmak lazım. Eğitimde, ticarette, alışverişte, sosyal hayatta aldanmamak için ne denli hassasiyet gösteriyorsak, din konusunda bunun bin katı daha hassas olmak gerekir. Gerçeği bulmak için sormaktan, araştırmaktan, kafa yormaktan geri durmamalıyız. Nasıl sizin adınıza birisinin alışveriş yapması sizi endişelendiriyorsa, sizin adınıza birisinin dini araştırması yeterli gelmemelidir. Siz de aynı gerçekleri görmek için mesai harcamalısınız. Bozuk din, bozuk yiyeceğe veya içeceğe benzemez. Onu öyle kolayca çıkaramazsınız. Bozuk yiyecekten dolayı insan, gıda zehirlenmesi yaşayabilir, gerekli ilacı kullanırsa, sorun çözülebilir. Oysa bir Hindu’ya bozuk inancı için ilaç götürseniz ilacı kullanmak bir tarafa sizi taşa tutabilir.
Hinduizm’in kutsal kitabı Vedalar ve Upanişadlardır. Bu kitapların dili Sanskritçedir. Onu ancak ruhban sınıf bilir. Bu kitaplara insanlar gerekli temizlik yapmadan öyle gelişigüzel dokunamaz. Halk bu kitapların dilini anlamaz. Çünkü Sanskritçe bilmez.
Hindistan’da sığır ve benzerlerini yemek yasaktır/haramdır. Hindular; başlangıçta hayvan etini helal görürler iken, sonraki dönemlerde bu hayvan türünü korumak adına sığırlar, tabuya dönüştürülmüş; bir süre sonra kastın efendileri, dini otoriteleri de kullanarak dünya nimetlerine değer vermeme (ruhbanlık) adına et yemeyi yasaklamışlar (haramlaştırmışlar); zamanla da bu hayvanlara kutsallık atfedilmiştir. İnsanlar, doğurgan ineklerin; doğanın, evrenin, canlıların anası olduğuna inandırılmıştır; halk, bundan sonrasını sorgulamamış, onların sorgulamasına izin verilmemiştir. Günümüzde sorgulayanlar ise aforoz edilmektedir.
Et yemek, varlıklı olmanın önemli bir göstergesidir. Et yiyen kişiler daha güçlü, daha dayanıklı olurlar. Kırmızı et tüketmemek, B12 vitamini eksikliğine, bu eksiklik ise, anemi, yorgunluk, depresyon, hafıza ve sinir sistemi sorunlarına yol açar. Hindu kast sisteminin efendileri, diğer bir ifadeyle halkın zihnen ve bedenen güçlenmesini istemeyen Hindu baronları, Hint halkını, kırmızı et yemenin gayri meşru bir tutum olduğuna inandırmıştır. Nitekim farklı bölgelerde, kırmızı et tüketenlere Hindular, sırf bu yüzden savaş açmış ve günümüze kadar bu yüzden binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
Kast sistemi (katı sınıf ayrımcılığı), halkın yaşadığı her türlü olumsuz durumu sorgulamasını engellemiş, Hindu dini, adeta halkı sakinleştirici bir afyona dönüşmüştür. Kast sistemi çeşitli katmanlardan oluşmaktadır. En alt katmanda olan Hindular bile, efendilerine hizmet ettikleri için kendilerini bahtiyar hissetmektedirler. Kast sistemi, yasal olarak 1975’de kaldırılsa da, halen uygulanmaktadır.
Kast sistemi, kabaca dört sınıftan oluşur: Brahmanlar (ruhban sınıf ve bilginler), Ksatriyalar (yöneticiler ve askerler), Vaisyalar (esnaf ve çiftçiler), Sudralar (işçiler ve köleler)…
Kastların doğuştan geldiğini inanılır; kişi hangi kast içinde dünyaya geldiyse, o kasta mensuptur; başka bir kast ile aynı sofraya oturamaz; evlenemez ve aynı mahallede oturamaz.
Bir de parya (hiçbir sınıfa kabul edilmeyen dışlanmışlar, lanetli görülenler) denilen en alt tabakanın artıklarından beslenenler vardır. Parya veya dalit (dokunulmazlar) adı verilen kişilerin kimseye hizmet etmesine bile izin verilmez. Onlara dokunan veya onların gölgesinden geçen bir Hindu kirlendiğine inanır. Onlar, mahalleye bile giremezler; mahallenin dışında çöplük türü yerlerde doğar; oralarda büyür; oralarda evlenir; oralarda yaşlanır ve ölürler; sayıları, 200 milyon civarındadır. Dalitler, kent ve köy dışında yaşar; gündüz, köye veya kente uğrasalar bile parya olduğunu simgeleyen giysilerle, insanlara fazla yaklaşmadan dolaşmaları gerekir; yalnızca ölmüş insanların giysilerini giyer; kırık kap kacak kullanabilir; eşek ve köpekten başka hayvana sahip olamaz; cenazeleri kaldırır ve diğer kastların yapmak istemediği kötü işleri yaparlar.
Halk sorunlarını genellikle büyücülere, ruh çağıranlara, falcılara götürür, gelecekteki kurtuluşlarını kaderlerine rıza göstermeye bağlarlar. Kadınların en fazla aşağılandığı ve şiddete maruz kaldığı ülkelerden biridir Hindistan… İnsan haklarının, temel hakların, adalet ve özgürlük gibi kavramların çoğunluk için bir rüya olduğu ülke…
Sefalet içinde yaşayan halk, Ganj nehri kıyısına gidip bir an önce ölmeyi diler ki bir sonraki yaşamında efendi olarak dünyaya gelsin. Bu anlayışa göre, efendi olarak dünyaya gelmek, mevcut efendilere iyi kulluk etmekten geçmektedir. İlahi adalet yerine ‘karma inancı’, onu, efendilerine gösterdiği teslimiyetten dolayı reenkarnasyonla daha üst bir statüye taşıyacaktır.
Halk, sağlık sorunlarını uzmana (doktora) götürüp doğru adım atmak yerine Budist rahiplerin onayladığı kişilere ve mantralar gibi uygulamalara umut bağlamaktadır.
Mantra: Hinduizm veya Budizmde meditasyon yaparken ruhani görülen bir veya birkaç sözcüğün nağmelerle tekrarlanması.
Hinduizm’e göre yaratıcı Brahman, her birimize kendinden “atman (ruh)” vermiştir. Bunun farkına varan kişiler, esasında bir çeşit brahmandır. Çünkü Brahman’dan bir parça taşımaktadır. Brahman’dan ruh taşıyanlar bedenen ölseler bile, ruhen ölmezler. Kast sistemindeki hiyerarşik yapıyı tırmanan bu kişiler Nirvana’ya ulaşarak Brahman (tanrı) olurlar.
Hinduizm’e göre her şey kutsaldır. Hayvanlar, bitkiler, sular, topraklar. En az değersiz olan insandır. Bu inanç sisteminde insanın; hayvanların, bitkilerin veya kutsal görülen heykellerin ve tapınakların binde biri kadar bile değeri yoktur. Buna özellikle en alt tabaka daha fazla inanır. Yerde dolaşan kedi veya fare kutsaldır(!), çünkü olasıdır ki büyük babamız bir zamanlar efendilerine itiraz veya isyan ettiği için dünyaya kedi veya fare olarak gelmiştir. Bir Batılı, bir Hindu’nun hayvanlara çok saygı gösterdiğini düşünür ve ona hayran olur. Oysa bu Batılı bilmez ki Hindu, kedi veya fareye değil büyük babasına saygı duymaktadır.
En büyük yatırım, tapınaklara ve çoğunluğun kutsal bellediği sembollere yapılır; bu mekanlardaki manevi ve ruhani atmosfer ve rahiplerin (ruhban sınıfın) telkinleri, insanların düşünmesinin, sorgulamasının önüne geçer ve kaderine rıza göstermeyi en üst değer olarak empoze eder.
Ne ilginç değil mi! Bir ülke düşünün her şey kutsal, her şeye hizmetkarlık yapıyorsunuz, canınızı, malınızı, gücünüzü, enerjinizi bunların uğruna feda ediyorsunuz, ama siz değerli değilsiniz. Her şey kutsal, ama insan değil. Her şeyin dokunulmazlığı var, ama insanın yok. Zaten paganlığın veya puta tapımcılığın başlangıç çizgisi; geniş insan kalabalıklarının nesneleştiği, belli azınlığın ve doğadaki diğer varlıkların özneleştiği, her şeyin kutsandığı, ama hakkın ayaklar altına alındığı yerdir; öyle ki kutsal görülen bir bitki, hayvan, eşya ve kişilik için yüzlerce ve binlerce insanın insanlık dışı muameleye tabi tutulduğu yerdir.
Dünyada ülkelerin insani gelişmişlik endeksinin ölçüsü veya ters açıdan bozulmuşluğun veya kokuşmuşluğun ölçüsü, genellikle insandır, bazen de kadındır, çocuktur veya güçsüz kişilerdir. Eğer bir ülkede insanın değeri yoksa, eğer bir ülkede güçsüzler, kadınlar aşağılanıyor, haklarından mahrum ediliyor, insanlık dışı muameleye tabi tutuluyorsa, hayatlarına son veriliyorsa ve bu durum, orada doğal karşılanıyorsa oradaki dinin, düşüncenin, inancın köklerinde ciddi sorunlar var demektir.