Hak ve (İlahi) Adalet Bağlamında Evrensel Ahlak
HAK, ADALET VE İLAHİ ADALET BAĞLAMINDA EVRENSEL AHLAK
(Evrensel ahlakın teorik ve pratik kanıtları üzerine)
Çevremizdeki insanları iyi gözlemlediğimiz zaman hayat içinde tek tip insan olmadığına sık sık tanık oluruz. İçlerinde iyiler ve kötüler olduğu gibi, iyiler ve kötüler arasında da rengin binlerce tonu vardır. Gerçekten işi gücü doğru yapmak, iyilik üretmek, gittiği yere barış götürmek, yaşadığı ortama adaleti egemen kılmak için gece gündüz didinen insanlar var. Bunun yanı sıra işi gücü yanlış yapmak, kötülük üretmek, ulaştığı her yere kavgayı, çatışmayı, savaşı ve zulmü egemen kılmak isteyen insanlar da var. Bu kişiler, yanlış, haksız ve zararlı işleri yaptırmak için, insanları ayartmak için bin bir türlü hile ve entrikalara başvuruyor, bu amaçla gece gündüz didiniyorlar. Kısaca, erdem mücadelesi verenler olduğu gibi şeytanlık yapanlar da var. Ancak bunların her ikisi de toplumun çok küçük azınlığını oluşturmaktadır.
Asıl halk, büyük kalabalıklar; yukarıdaki iki azınlığın arasında kalmaktadır. Bu kalabalıklar da tek tip değiller. Bunlardan bir kısmı kendilerini, erdem mücadelesi verenlere yakın hissetmekte ve bunun sonucu bu kişiler, hak ve adaletin öncüleriyle benzer ve ortak doğru davranışlara girmektedirler. Bu kalabalıkların bir kısmı da kötülük üretenlere kendilerini daha yakın hissedip yakın hissettikleri kişilerle benzer ve ortak yanlış davranışlar sergilemektedirler. Genellikle bu grupların sayısı, ilk topluluktan daha fazladır. Bunlar arasında bile küçük ölçeklerle de olsa onlarca farklılık bulunmaktadır.
Halkın arasından üçüncü daha büyük topluluğu ise doğru davranış içinde ve yanlış davranış içinde olanlara sempati duyanlar oluşturmaktadır. Aşağı doğru indikçe doğru olanı da, yanlış olanı da sahiplenme daha zayıflamaktadır. Esasında bunlar da kendi aralarında tek tip değiller. Derece derece aralarında farklılıklar vardır.
Üçüncü gruptaki farklı topluluklara farklı boyutlarda ilgi ve eğilim gösterenler de önemli bir yekûn oluşturmaktadır. Her birey, kendi ilgi ve eğiliminin gerektirdiği bir bilinç düzeyine uygun davranmaktadır.
Bu yüzlerce ve binlerce farklı grup ve topluluklar, akıllarını kullandıkları, doğru gözlem yaptıkları ve kulak kesildikleri ölçüde dünyada olup bitenlerden haberdar olmakta ve tercihlerine uygun bir konum almaktadırlar.
Diğer taraftan bu sınıflandırmalar sabit olmayıp kişilerin tercihlerine ve tepkilerine göre zamanla bir kategoriden başka bir kategoriye yönelişler ve geçişler olmaktadır.
Tüm bunlardan sonra “erdemliler” kategorisine kimlerin girebileceğini sorgulamak gerekiyor. “İyileri belirlemede belirli ölçütler var mıdır, eğer yoksa bu durumda hangi kriterleri kullanacağız?”, ayrıca, “Bu kriterler ne ölçüde bilimsel ve güvenilir olacaktır?”, soruları çok önemli olmalıdır. Bu soruları cevaplarken sosyal hayatla ilgili alanda pozitif bilimlerde (Fizik, Kimya, Biyoloji, Astronomi) olduğu gibi sabit sonuçlara ulaşamasak da önemli göstergeler konumuza ışık tutacaktır.
İşte bu konuda insanların huzuru, mutluluğu, güveni ve gelişimi önemli bir göstergedir. Sosyal alanda istatistiksel genellemeler bu arayış için ciddi bir yol göstericidir. İstatistikî sosyolojik çalışmalar doğru yapıldığı ölçüde doğru sonuca ulaşmamızda yardımcı olmuyor mu? Psikolojik analitik testlerde doğru sonuçlar almıyor muyuz? Evet… Ne aradığımızı biliyoruz… Nasıl sonuca gidebileceğimiz de bunların gerekçelerinde saklı olmalıdır. İnsanca yaşamaya değer veren, insanca muamele gören ve emeğinin hakkını alan bir işçinin, memurun huzuruna, mutluluğuna, güvenine ve gelişimine pekâlâ tanık olabiliriz.
Tüm bunların sonucudur ki insanlar birtakım ilkeler ve kriterler üzerinde bir uzlaşı ve görüş birliği (konsensüs) sağlamışlardır. Bunun en somut ve resmi örneği, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”dir.
İlahi kitaplarda bu ilkeler ve değerler, en temel konu olarak yer almıştır. Örneğin, Kitabı Mukaddes’de On Emir temel ilkedir. Kur’an’da da On Emir korunmuştur. (Bkz. Kur’an, 17İsra: 22-39) Adeta ilahi dinin temelleri bunların üzerine oturmuştur. Gerçi peygamberlerden sonra gelen din mensupları, bu ilahi mesaja ya ruhbanlık (din adına Allah’a daha yakınlaşmak amacıyla dünya nimetlerinden uzaklaşma hurafeleri gibi) adı altında yeni yeni buyruklar ekleyerek hayatı kilitleme noktasına gelmişler veya ilahi mesajın alanını daraltma yoluna giderek sözde özgürlük adına sorumsuzca yaşamayı bir değer olarak sunmuşlar ve bunun sonucu bireysel bunalımlar, aile faciaları ve toplu kıyımlar ortaya çıkmıştır.
Ruhbanlık adına kadınlar ya eve hapsedilmiş veya sosyal ilişkilerine ciddi kısıtlama getirilmiş, din adamı diye bir sınıf türetilmiş ve bu sınıfın evlenmesine, ne tür sorunlar yaşanırsa yaşansın boşanmaya, yüzmeye, eğlenmeye, giyim-kuşama ciddi sınırlamalar getirilmiş, binlerce, milyonlarca insan sosyal hayattan, ekonomik ve sosyal haklardan yoksun bırakılmıştır. Sözde özgürlük adına insanlar alkolizm ve kumar batağına batmış, bunun sonucu aile faciaları yaşanmış, fuhuş sektörünün fuhşu teşviki sonucu insanlar arasında güven bunalımı yaşanmış, tefecilik birçok ailenin ocağını söndürmüş ve nice işyerinin iflasını getirmiş, ahlaki erozyon sonucu kavgalar, çatışmalar ve savaşlar binlerce, milyonlarca insana çok büyük zararlar vermiştir.
İlahi kitaplarda zor koşullarda sözgelimi domuz eti ve leşin yenilebileceği ve böylece ilahi yasağın çiğnenebilme ruhsatı (Bkz. Kur’an, 5Maide: 3), ilahi kısıtlamaların bir tabu olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Çünkü tabu, hangi durum ve koşullarda olursa olsun asla çiğnenemez. Ve yine ilahi buyruklarda mantıksal gerekçelerin açıklanmış (Örneğin domuz etinin “pis” olduğundan ve alkolün birtakım sorumluluklara engel olduğundan söz edilmiştir. Bkz. Kur’an, 6En’am: 145; 5Maide: 90-91) olması, ilahi kısıtlamaların bir dogma olmadığını ifade etmektedir. Çünkü dogma inançlar, sorgulanmaz ve dogmada mantıksal gerekçe aranmaz.
İlahi buyrukların ve kısıtlamaların sayısının yüzlerce ve binlerce buyruk yerine oldukça sınırlı düzeyde kalması, uzman görüşüne ve ortak akla verilen değeri de ortaya koymaktadır.
Evrensel ahlak, hayatın temelini oluşturur. Bu temellerle ilgili evrensel ilkelerin (mutlakçılık, objektivizm) sınırlı miktarda olması, bireysel ve kültürel ahlaka (bireysel ve kültürel rölativizm) da önem verildiğini, böylece bireysel ve kültürel farklılıkların dikkate alındığını göstermektedir.
Şartlara ve durumlara göre değişen bölgesel ve kültürel bir alt paradigmaya sahip olmak, ana paradigmanın evrenselliğini de kanıtlamaktadır. Bu bağlamda ahlak, evrensel değerleri ifade ederken gelenek ise, dönemsel, bölgesel, konjonktürel ve kültürel değerleri temsil etmektedir. Evrensel değer karşıtları ahlak ile geleneği, örf ile adetleri birbirine karıştırmaktadırlar. Oysa ahlak ve örf, tarih boyunca hukuka kaynaklık etmiştir. Gelenekler ve adetler ise bir ülkenin farklı bölgelerinde bile farklı uygulamalara sahip olabilmektedir. Evrensel değerlerin karşıtlarının, görüşlerini desteklemek amacıyla getirdikleri örnekler genellikle gelenek ve adetler üzerinden olmuştur.
İstisnalar yerine genel ilkelerden söz edersek;
“Yalancılık ve hırsızlık yanlıştır” düşünsel,
“Bence yalancılık ve hırsızlık yapmazsan daha iyi olur” öğütsel,
“Yalancılığı ve hırsızlığı sevmiyorum” duygusal,
“Yalancılık ve hırsızlık yapmamalısın” ahlaki ve yasal,
“Yalancılık ve hırsızlık, seni huzursuz eder” vicdani önermelerdir.
Bu önermelerin hepsinin ortak yönü olumsuz davranışın terki üzerinedir. Bunlar içinde en fazla kullanılanı, “Yalancılık ve hırsızlık yapmamalısın” önermesidir. En fazla en etkili olanı ise, “Yalancılık ve hırsızlık, seni huzursuz eder” önermesidir. Diğerleri de zaman zaman kullanılmaktadır. Eğer kullanılır ve geliştirilirse vicdan; akıl, duygu, düşünce ve tecrübelerden yararlanan bir yetidir.
Ahlak en düşük düzeyde haklarla, en üst düzeyde erdemle ilişkilidir. Batı dillerinde erdem değerlerinin teorik (kuramsal) ve felsefik yönü “etik (ethics)”, kılgısal (pratik) yönü ise “ahlak (morality)” sözcükleriyle karşılanmaktadır. Etik; tıp, mühendislik, iş, ticaret, sosyal vd. alanlardaki ahlak teorilerinin geliştirilmesi amacıyla derin analizler ve kavramsal araştırmalar yapmakta, kanıtlara dayalı görüşler arasında tutarlılık aramaktadır. Uygulamalı ahlakın temelleri etik kurallarla atılmaktadır. Etik, çağdaş bir niteleme olmakla birlikte tarih boyunca hukuktan, hukuk da ilahi kitaplardan esinlenmiştir.
Ahlak teorisyenleri ahlakı temellendirirken farklı gerekçeler öne sürmüşlerdir. Bu gerekçeler arasında, kimine göre onurlu, ahlaklı ve erdemli yaşama arzusu, kimine göre empati kurma ve başkalarını düşünme, kimine göre huzursuzluktan kaçınma ve huzur arayışı, kimine göre bireye ve topluma yararlı veya zararlı olması, kimine göre bir şeyleri kazanma ümidi ve kaybetme endişesi, kimine göre ödül arzusu ve ceza korkusu, kimine göre haz alma ve acıdan kaçınma, kimine göre egemen olma, bireysel çıkarlar ve bencillik, kimine göre topluma uyum sağlama, kimine göre kuralları egemen kılma sayılabilir. Demek ki çoğu insan; yaşam kalitesini artırma, gelişme, insanca yaşama, sonuçlarını dikkate alma, çıkar arayışı, korku ve endişe gibi pek çok gerekçeyle bir ahlaki paradigmaya kendi yaşamında yer vermektedir.
Evrensel ahlak savunucuları tarih boyunca hep var olagelmiştir. Müslüman bilginlerin yanı sıra Sokrates, Platon, Aristoteles, rasyonel ve ödevci (şunu yapmalısın veya bunu yapmamalısın) ahlakı yoğun biçimde savunan Immanuel Kant, William Ockham gibi filozoflar evrensel ahlakın savunucuları olmuşlardır. Bunlara karşı safsatanın temsilcisi diye bilinen Yunan sofistler, septikler (kuşkucular) ve ateizmi savunan Nietzsche bir taraftan ahlakı savunurken bir taraftan da ahlakın göreceliğine vurgu yapmışlardır.
Evrensel ahlak konusunda bkz.
http://www.debate.org/opinions/does-universal-morality-exist
Universal Morality Possible?
http://real.mtak.hu/32196/1/Harmattan_Horcher_UniversalMorality_levil.pdf
http://www.chabad.org/therebbe/article_cdo/aid/62221/jewish/Universal-Morality.htm
http://www.chabad.org/library/article_cdo/aid/1851275/jewish/Universal-Morality.htm
Universal Morality Reconsidered
http://www.cambridgescholars.com/universal-morality-reconsidered-13
http://www.universalmorality.org/index.html
Evrensel ahlakın meşruiyetinin dayanakları için pek çok gösterge kullanılmıştır.
Evrenbilimci (kozmolojik) temellendirmede insanı en küçük evren (kozmoz) gören anlayışa göre her varlık kendi varlığına uygun davranmaktadır. Örneğin horoz kartallığa kalkışmamakta, kendini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Genel olarak vahşi doğada bile çoğu hayvan ihtiyacı kadar olanla yetinmekte, insan gibi doyumsuz bir tavra girmemektedir. Ekosistem birbirini tamamlamakta; güneş herkesi ısıtmakta ve herkese ışıldamaktadır. Su ve bitkiler, herkese ve her şeye besin kaynağı olmaktadır. Cansız varlıklar adeta salt özgeci (başkaları için var olan) bir karakter taşımakta, genel olarak bitkiler başka bir canlıya zarar vermeden adeta başkaları için hayatlarını feda etmektedirler. Hayvanlar da doğadan yararlanırken kendi sınırlarını bilmektedirler.
Tanrıbilimci (teolojik) temellendirmeye göre, Tanrı her şeyi biliyorsa ki O’na inananlara göre bunda hiçbir kuşku yoktur, kuşkusuz O’nun öğütleri ve yergileri, en üstün iyiliği temsil etmektedir.
İnsanbilimci (antropolojik) temellendirmeye göre, insanın doğasına, onun gelişimine ve iç dünyasına en uygun olanın esas alınması gerekir.
Toplumbilimci (sosyolojik) temellendirmede toplumsal barış, huzur, güven, adalet, yarar, ilişkiler, kaynaşma ve bütünlük herkesçe aranan değerler olarak görülmektedir.
Evrenbilimci yaklaşım yanılgıya, Tanrıbilimci yaklaşım yoruma, insanbilimci yaklaşım insan müdahalesiyle yönlendirmeye (manipülasyona), toplumbilimci yaklaşım toplum mühendisliğine açık olsa da her biri ahlaki temellendirmeye farklı bir boyut katmakta ve hepsi belli ortak noktalarda buluşmaktadır. Örneğin kendi emeği sonucu elde ettiği bir avı bir aslan, ancak kendisine yardımcı olanlar ve kendi yavrusuyla paylaşmaktadır. Aksi takdirde, aralarında kavgaya neden olmaktadır. Hiçbir canlı geçici de olsa sarhoşluğu tercih ederek aklını kullanmanın önüne geçmeye çalışmadığı gibi çoğu hayvan partnerini bir başkasıyla paylaşmayı kabul etmemektedir.
Evrensel ahlak paradigmaları, ilahi kitaplardaki temel mesajlara ters düşmek bir tarafa onları desteklemektedir.
İlahi mesaj, ahlakın kalitesini ortaya koymaktadır. En üst bilenin sözü, sözün kalitesini ve değerini ifade eder. Günümüz insanı; giysisinin, cep telefonunun, kullandığı eşyaların, otomobilinin ve evinin kalitesini çok önemsemektedir. Bilinç düzeyi, ahlak kalitesi, parayla satın alınabilecek değerler değildir. Açıktır ki kişi bilinç düzeyi ve ahlak kalitesi yüksek birinin yanında kendisini daha huzurlu, mutlu ve kendini güvende hisseder.
İlahi din özü itibariyle hak ve adaleti gerçekleştirmeyi amaç edinmiştir. Ancak onun mensupları genellikle, ruhanilikle desteklenmiş aşırı kuralcı, aşırı şekilci ve aşırı ayrıntıcı bir anlayışı dinin temel unsuru haline getirmişlerdir. Böyle bir durumda ilahi mesajın içi boşaltılmış ve gerçek kimliği tanınmaz hale gelmiştir.
Hak, her zaman, her yerde ve her durumda gerçek ve doğru olan hakikat ilkeleridir. Bir işyerinde belli bir emek sonucu elde edilen şey haktır. Bu hakkın, kişinin izni ve rızası olmadan başkası tarafından kullanılması haksızlık ve zulümdür. Bu ilke, her zaman ve her yerde geçerlidir. Doğrular ise belli koşullarda gerçek ve doğru olan önermelerdir. Yolların buzlu olduğu bir havada eğer uzun bir yolculuğa çıkacaksanız, taşıtınızın tekerlerini buna uygun konuma getirmek doğru, buna aykırı davranmak yanlıştır. Bir işyerinde çalışanla çalışmayanın işini savsaklayanla işinde başarılı olanın aynı kefeye konması veya onlara aynı ücretin verilmesi eşitliktir. Sorumlu davranan, çalışan ve üretenin farkının bilinmesi ve buna uygun davranılması adalettir. Bir sınıfta her öğrenciye aynı notun takdir edilmesi eşitlik, öğrencinin çalışma ve başarısına göre notun takdir edilmesi adalettir. O yüzden, kanun önünde ayrımcılık yapmama noktasında eşitlik, hakların paylaşımında adalet ilkesi geçerlidir. Diyelim ki ortada taşınması gereken 100 kg. bir yük vardır. 50 kg. kadın, 50 kg. erkek taşırsa eşitlik, güçlerini dikkate alarak paylaştırmakla adalet gerçekleşmiş olur.
Evrensel ahlak, hak ve adalet üzerine kuruludur. İlahi din de hak ve adalet üzerine kuruludur. Hak ilkeleri, adalet değerleri temsil eder. Hak barışı, adalet dostluğu getirir. Eğer hak ve adalet gerçekleşmez ise bireysel ve toplumsal sorunlar baş gösterir.
Hak ve adalet, ilahi adaletin gerçekleşmesiyle doğrudan ilgilidir. Fizikte etki-tepki yasası, sosyal yaşamda domino etkisi, felsefede nedensellik (determinizm) ilkesi, Hinduizm’de karma, ilahi adaletin farklı anlamlandırılışı ve farklı biçimde ifadelendirilişidir. Bunlar mekanik bir işleyişi ifade ederken ilahi adalet, doğru iş ve davranışların doğru sonuçlarla karşılaşacağını, yanlış ve kötü iş ve davranışların da olumsuz sonuçlarla karşılaşacağını, ancak bu sonuçlanmanın Allah’ın bilgisi, gözetimi ve kontrolü dışında olmadığını da ifade eder.
Kendi değerlerimizi çiğneyince (YAPTIKLARIMIZ) ve sorumluluklarımızı yerine getirmeyince (YAPMADIKLARIMIZ) gerek kendimiz gerekse de başkaları, yaşanan olaylarla ilgili olarak bize farklı frekanslarla sinyaller gönderirler. Biz bunu yargılama olarak niteleriz. Allah böylelikle dolaylı yollardan her insana mesajlar gönderir. Yapılanların ve yapılmayanların sonucu, kendimizi veya çevremizdekileri acıtıyorsa, bu acıları tekrar yaşamamak ve yaşatmamak adına insanın kendi hayatına çekidüzen vermesi anlamlı ve önemlidir. İlahi kitapta bu konu özellikle vurgulanmıştır:
42Şura: 30-“Başınıza gelecek her musibet (felaket, bela, olumsuz bir durum) kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin bir ürünüdür; bununla beraber çoğunu da Allah affedicidir.”
4Nisa: 79-“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi (yanlışların yüzü)ndendir…”
Olumlu veya olumsuz olarak yaşadığımız her şey, kendi seçimlerimizin bir sonucudur. Yaşadıklarımızı hayali dış etkenlere (fal, büyü, şans/sızlık, nazar, uğur/suzluk) bağlamak yerine yaptıklarımıza ve yapmadıklarımıza bağlamak daha gerçekçi ve daha geliştiricidir. Hem kendi iç dünyamızda hem de dış dünyada yaşanan olumsuzlukların sorumlusu yine insanların kendileridir; Allah da daha sorumlu davranmaları için seçimlerimizin sonuçlarını bize tattırmaktadır:
30Rum: 41-“Yaptıkları işlerin bir bölümünü onlara tattırsın diye insanların ellerinin yapıp-ettiklerinin karşılığı olarak, karada ve denizde ekolojik bozulmalar ortaya çıktı. Böylelikle belki ders alıp dönerler.”
İlahi mesajlar, gerek bireyin gerekse de toplumun yaşadıklarının sorumluluğunu başka yerlerde aramak yerine kendisinde aramasını, kurtuluşu ahlaki erdemlere bağlılıkta görmesini hedeflemektedir. Öyleyse gerek birey, gerekse de toplum, yaşadığı sorunları kendi olumsuz tutum ve davranışlarında aramalı ve bunu doğru yönde değiştirmeli ve geliştirmelidir. Biz değişmeden Allah’ın durumu değiştirmeyeceğini ve daha nitelikli bir hayata geçemeyeceğimizi ilahi mesajda en somut biçimde ortaya konmuştur:
13Ra’d: 11-“…Allah, öz benliklerindeki üstün nitelikleri değiştirinceye kadar bir halkta var olan şeyleri kesinlikle değiştirmez…”
8Enfal: 53-“Çünkü Allah, öz benliklerindeki üstün nitelikleri değiştirinceye kadar, bir halkı üstün değerlerle donattığı ilahi nimetini değiştirici olmamıştır.”
(Turgut ÇİFTÇİ)
Turgut öğretmen elinize sağlık.. Konuyu anlaşılır bir şekilde farklı bir anlatımla sunmuşsunuz. Akılda kalıcı olmuş. Selam.