Bir İnsanı Öldüren, Bütün İnsanlığı Öldürmüş Gibi Olur!
8 Mart dünya kadınlar gününde, kadın cinayetleri konusu bir kez daha dile getirildi; onunla ilgili eylemler ve konuşmalar yapıldı. Bu sorunun tekrar dillendirilmesi ve dikkatlerin bu noktaya çekilmeye çalışılması; olumlu bir durum olmakla birlikte; konunun “kadın problemi” şeklinde basitleştirilmesini ve bu gündemin sanki feministlerin magazinsel bir gündemiymiş gibi algılanmasını hatırlatmaktan öte bir etki yaratmadı.
Sorunun boyutunun tam anlamıyla görülebilmesi için İHD’nin yayınladığı raporlara bakmakta yarar var. Bu raporlara göre, sadece 2013 yılında 268 kadın, kocaları tarafından öldürüldü; 70 kadın ise intihar etti. Öldürülen kadınlar çoğunlukla 30-39 yaş aralığında iken, intihar edenler 20-29 yaş aralığında… Peki neden, neredeyse her güne bir tane düşecek denli çok sayıda insan öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor? Neden bunların ardı arkası kesilmiyor?
Bu durum için pek çok neden sıralanabilir elbette… Kadın ölümlerinin, tam olarak “insan” ya da “kişi” ölümü olarak algılanmaması, cinsiyetinden kaynaklı olumsuz bakışın etkisiyle “kim bilir o da bunu hak edecek ne yapmıştır” şeklinde olayı meşrulaştırıcı söylem ya da hissiyat içinde olunması bu nedenlerden bir kaçı olabilir.
Esasında bu cinayetlerin neden devam ettiği sorusunun cevabını, katillerin söz ve mimiklerinde bulmak mümkün. Daha bugün meydana gelen cinayet haberini izlerken, bu duruma bir kez daha şahit oldum. Karısını tüfekle, kızını ise ayakları ile ezerek öldüren bir adam gösteriliyor ekranlarda… En kötüsü ise, “pişman değilim” derken ki halinden büyük bir gurur okunuyor. İşte bu gurur, cinayetlerin neden bitmediğinin en açık göstergesi ve aynı zamanda gelecekte de bitmeyeceğinin bir işareti… Çünkü bu yaptığından dolayı, diğer adi suçlarda olduğu gibi; aşağılanmayacağının, günahkar bulunmayacağının, çok büyük bir tepki almayacağının farkında… Hatta azımsanmayacak bir kesim tarafından haklı bulunacağının ve içten içe takdir göreceğinin de farkında…
İşte tam da bu nedenlerden dolayı, cinayet işleyenlerden çok, bu zihniyetin sorgulanması gerekiyor. Çünkü bu ölümlerden, onu işleyenler kadar bunu normal veya haklı görenler de sorumludur. İnsanların değer yargılarının dejenere olması ya da vicdanların ters düz edilmesinin bir tezahürüdür bu durum. Biliyoruz ki, değer yargılarını oluşturan en önemli unsur dindir. Sorgulanmadan körü körüne kabul edilen, insan eliyle değiştirilerek veya türetilerek oluşturulan yanlış dini anlayışlar; bu gibi sorunlarda bir meşruiyet aracı olarak kullanılabilmektedir. Nitekim işlenen cinayetten sonra sıkça “namusumu temizledim” ya da “töre bunu gerektirdi” gibi ifadeler kullanılması bu durumu göstermektedir.
Meşruiyet aracı olarak dini bir takım unsurların kullanılması; bu sorunun kalıcı olarak yine ancak din ile çözülebileceğini göstermektedir. Gerçek, doğru, sahih bir din anlayışının insanlara kazandırılması; “namus” gibi dini terimler ile öldürmenin meşrulaştırılmasına engel olabilir ve insanların cinayet işleyenlere bakışını önemli ölçüde etkileyebilir. “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibi olur” anlayışı; yıllardır süregelen bu sorunun belki de tek ilacıdır.