Allah Bütün Duaları Kabul Eder Mi?
ALLAH BÜTÜN İSTEKLERİ (DUALARI) KABUL EDER Mİ?
Dua, insanın gücünü aşan durumlarda veya sonucun belirsiz olması halinde ya da tıkanma ve tükenme öncesinde umutsuzluğa kapılmak yerine kutsal gördüğü varlıktan yardım talebidir.
Dua bir farkındalıktır; acziyetinin ve çaresizliğinin farkındalığı... Demek ki kişi sorunlarını kendi başına çözememiştir. Çaresiz kalan insan, üstün ve güçlü gördüğü varlıktan yardım talep eder. Eğer üstün ve güçlü gördüğü kimse bu sorunu çözmekten aciz ise bu yalvarışıyla ancak kendisini küçük düşürmüş olur, kendi zaaflarını ortaya koymuş olur. Zaaflar istismarcılar için çok önemli bir ekmek kapısıdır.
Dua bir çağrıdır; yardım çağrısı… Çağrılan ve çağıran bellidir. Yardıma çağırdığınız sizin çağrınızı duyabilecek, sizi görebilecek, size ulaşabilecek, çağrınıza yanıt verebilecek bir güce sahip ise doğru iş yapıyorsunuzdur. Yardıma çağırdınız sizin çağrınıza yanıt verecek bir güce sahip değilse anlamsız ve hatta saçma sapan bir iş yapıyorsunuz demektir. Diğer taraftan, zamanınızı, enerjinizi ve daha başka harcadığınız ne varsa bunların sonucu gerçek sorununuzu çözmekten uzaklaşacak ve belki sorununuzu daha da büyütmüş olacaksınız.
Dua bir arayıştır; yardım arayışı, insanı aşan durumların arayışı… Adres bellidir, arayan da bellidir. Ancak aradığınızı bulup bulamayacağınız belirsizdir. Doğru adreste iseniz, adresin koşullarına uygun davranıyorsanız, er veya geç aradığınızı elde edersiniz. Yanlış adreste iseniz, adresin koşullarına ne kadar sıkı uyarsanız uyun, aradığınızı elde etmeniz mümkün değildir. Çünkü o adres, o talebe karşılık veremez. Adeta ağaçtan otomobil kullanmasını, kayadan hayvan üretmesini, insandan dağı kucağıyla taşımasını istemek kadar akıl ve mantıkdışıdır.
Dua bir arınmışlık halidir; Saf niyet göstergesi… Saf niyet, uyanık bilinç ve isteklerde netliği gerektirir. Basit hesaplar, kafa karışıklığı ve karmaşık duygular duayı perdeler. Farklı adreslerden beklentiler ve çıkar hesapları, yürekten seslenmeyi gölgeler. Allah elçisi Yusuf’un tuzakçı üvey kardeşleri, Yusuf’un öz kardeşinin hırsız olup olmadığı konusunda kuşkuya kapılınca, bahanelerin ardına sığınmaya ve hatta emin olmadıkları konuda çamur atmaya yeltenmişlerdi. Onlar, Yusuf’un öz kardeşinden bütünüyle umutlarını kesince, artık kimseden beklentileri kalmayınca daha net ve sağlıklı düşünmeye ve doğru kararlar almaya başlamışlardı. (Bkz. 12: 77-82) İnsanlar bir yerlerden beklenti içine girince, taleplerinde net, samimi ve kararlı olamadıklarına tanık oluyoruz.
Dua bir itirazdır; duruma itiraz… Dua, haline rıza göstermek veya haline şükretmek değil, tam tersine halinden rahatsız olmak, durumu değiştirme arzusudur. Dua, durumdan memnuniyetsizliğin bir ifadesidir. Dua bir itirazdır; yaratıcıya değil duruma itirazdır. O yüzden dua, olumsuzlukların değişimini amaçlar. Güzelliklerin ve iyiliklerin sürdürülmesini istemek (dua) de, durumun bozulması endişesinden dolayıdır. Bir şeylerin bozulabileceği kaygısı, olası durumdan memnuniyetsizliğin ifade edilmesi sonucuna götürmüş olmalıdır.
Dua sorumluluktan kaçış değildir. İnsan gücünün yettiği durumlarda kişiye düşen, sorumluluğunu yerine getirmektir. Sözgelimi fırından ekmeğin alınması, tarlanın kazılması, tohumun ekilmesi, otlağın biçilmesi, ürünün depolanması ve yenilebilir duruma getirilmesi, sınava çalışılması, dostlarımızla görüşülmesi, bir yerden başka bir yere gidilmesi gibi durumlarda yaratıcı ve yaşatıcı olan Allah’tan yardım talep etmek, O’na saygısızlık kadar kişinin kendisine olan güvensizliğinin de bir sonucudur. Ekmek alınacaksa fırına siz gidip alacaksınız, tarlayı siz kazacaksınız, ekini siz ekecek, otlağı siz biçecek, hamuru siz yoğuracak, siz pişirecek, sofrayı siz kuracak, yiyecekleri siz sindireceksiniz. Bunları Allah’tan beklemek, akılsızlığın ve Allah’ı tanımamanın bir sonucu olsa gerek.
Akif konuyu ne güzel ifade ediyor!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hâsın(hizmetçin) iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini;
Birer birer oku tekmil edince(bitirince) defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür: vazifesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…
Huda işlerin vekili (işlerinin takipçisi) değil mi? Keyfine bak!Onun hazine-i in’ami (nimetler hazinesi) kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen o;
Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen o!
Çekip kumandası altına ordu ordu melek,
Senin hesabına küffarı (kafirleri) hak-sar (yerle bir) edecek!
Başın sıkıldı mı, kafi (yeterli) senin o nazlı sesin:
“Yetiş” de, kendisi gelsin, ya hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: bakacak;
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın o:
Çoluk çocuk ona ait: Lalan, bacın, dadın o;
Vekil-i harcın (muhasebecin) o; kahyan, müdür-i veznen (veznedarın) o;
Alış seninse de, mesul olan verişten o;
Denizde cenk olacakmış…. Gemin o, kaptanın o;
Ya ordu lazım imiş… Askerin, kumandanın o;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı (tahsildarı) o;
Tabib-i aile (aile hekimin), eczacı… Hepsi hasılı o.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!
Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu hüda;
Utanmadan da “tevekkül” diyor bu cür’ete, ha?!(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Vaiz Kürsüsünde, s.498)
Allah’ı yaşadığımız sorunlardan sorumlu görmek; işler yolunda gitmeyince O’nu sorumlu tutmak ciddi bir ahlaki sorundan kaynaklanıyor olmalıdır. Başarılar bize, başarısızlıklar, kayıplar, hastalıklarımız bu yolla kadere yüklenmektedir.
İnsanın yaratıcı ile olan ilişkisinde dua, denilebilir ki dünya insanlarının en ortak eylemidir. Adeta bütün dünya dua ediyor. İnanan ve inanmayan. Ateistler bile, zor durumlarda, ölümle yüz yüze gelince duaya sarılıyorlar. Kimi gücünü duadan alıyor, kimi tesellisini, kimi geçimini… Hem de akla hayale gelmedik konularda… Her dilde… Sözlü-sözsüz… Açık-gizli… Mabetlerde, meydanlarda, en gizli dehlizlerde… İçten ve göstererek… İyi ve kötü amaçlarla… Çeşitli duruşlarla…
İnsanın yaratıcı ile olan ilişkisinde dua, insan soyunun en güçlü eylemidir. İnsanlar gerçek güçlerini sahip oldukları inançlarından, halkın hizmetine sundukları sözlü ve fiili katkılarından ve de dualarından alırlar. Düşüncelerimiz salt kişisel dürtülerimizi doyurma amacı taşımıyorsa, düşüncelerimiz salt kendi çevremizi beslemeyi amaçlamıyorsa, düşüncelerimiz, onlara sahip çıkan herkesin yararına ise ve de siz bu düşüncelerinizde kararlı iseniz o düşünceler sizin inancınızdır. Bu inanca uygun söylenecek her söz ve yapılacak her iş size güç verecektir. İçinde yaşadığınız dünyanın gerçek sahibi ve gerçek efendisi olan Allah, siz O’na yakın durdukça sizi yalnız bırakmayacaktır. Siz O’na değer verdikçe O da size değer verecektir. Siz O’na yardım ettikçe ve O’nu yardıma çağırdıkça size yardımını esirgemeyecektir.
Dua sözcüğü ile çoğu kez Allah’tan taleplerimiz kastedilir. Çünkü hemen herkes hayatında en fazla Allah’a muhtaçtır ve O’ndan yardım talep eder. Hangi düşünce ve inanca mensup olursa olsun doğru işler yaptığı sürece herkes O’nun bu yapılanı boşa çıkarmadığına ve karşılıksız bırakmadığına tanık olur. Ancak çoğu kişi, Allah’tan istekte bulunmanın yanı sıra duaya benzer tutum ve davranışlarını, bazı sembolik nesnelere, kendince kutsal bellediği bazı kişiliklere, türbelere ve kutsal bildiği yerlere de sergiler. Onlardan ya direkt veya onlar aracılığı ile medet bekler. Kazanımlarını onlara, onlar aracılığı ile gerçekleştiğine bağlar ve böylelikle onlara hayatında özel bir statü verir. Akıllarda adeta onlar sayesinde Allah’a istediğini yaptırabildiği izlenimini uyandırır.
Bu bağlamda pek çok insanın; ilahi güç yakıştırdığı, insanüstü ve doğaüstü özelliklere sahip olduğunu düşündüğü, kutsal gördüğü hemen her varlıktan ve her kişilikten bir beklentisi vardır. Bu varlıkların bazı konularda Allah ile benzer özelliklere sahip olduğu inancının bir sonucu, bireyin iç dünyasını çoğu kez onlar kuşatır. Kişi kendi iç dünyasında olanları sözlerine ve davranışlarına, duygularına ve isteklerine, işine ve ürettiklerine, ticari harcamalarına da onu ortak eder. Böylelikle kutsal görülen bu kişilikler, sadece onun iç dünyasına değil tüm hayatına ortak olur. Sözler onu övgüyle başlar, davranışlar onun rızasına uygun kalıplar türetir, kitaplar onun için yazılır, eşya onunla kıymetlenir, piyasa onunla canlanır, onun için ve onu memnun edecek malzemeler üretilir, onun yoluna yapılacak harcamalar ibadet sayılır.
Kişi kimden istek ve beklenti içine giriyorsa yönelişi de ona olacaktır. Bu yönelişleri, sosyal ilişkilere yön verecek, gündelik yaşamda yeme, içme, giyinme, barınma gibi pek çok alana etki edecektir. Esasında önemli olan kişinin bu yönelişten karşılığı alıp alamayacağıdır. Zaten aciz ve muhtaç olan kişilere veya hayali ve sahte güçlere umut bağlayanlar, çoğu kez fiyaskoyla karşılaşırlar. Bu insanların yanlış adreslere yöneldiklerini, aradıklarını bulamayınca büyük pişmanlıkla karşılaşacaklarını söylemek onlara iyilik etmektir.
Gelecekteki umutlarını, doğru bilincin ve inancın gereği olarak yapıp ettiklerine bağlamak yerine bir şöhrete, bir lorda, bir hocaya, bir efendiye, bir beye, bir ağaya, bir paşaya, bir türbeye, bir nesneye, bir makama, güç diye vehmettiği herhangi bir şeye bağlayanların yalnızca şeref ve itibarlarını değil zamanla haklarını ve özgürlüklerini de kaybedeceklerini bilmeleri gerekir. Onlar asıl kaybın ne olduğunu, Allah’tan olan beklentileri boşa çıkınca, manen ve madden zarar edince anlayacaklardır.
Bazı sorumsuzca davrananlar der ki: “Allah ile kullarının arasına girmek kimin haddine! Bırakın isteyen dua etsin, isteyen etmesin. Bırakın isteyen istediğine yönelsin! Hem Allah’a, hem başka varlıklara… Kişi öyle rahatlıyorsa birileri ona neden karışıyor ki!?” Burada ya konuyu anlamama veya sözü çarpıtma söz konusudur. Allah ile kulları arasına girmek, Allah’a giden yolun önüne bariyerler kurmak, O’na ulaşmayı zorlaştırmak Allah açısından büyük bir suç olmalıdır. O yüzden İslam’da aracı sınıf meşru olarak görülmez. Allah’a ulaşmak, Allah’ı doğru tanımaktan geçer. Allah’ı doğru tanımak ise O’nun mesajını (Kur’an’ı) incelemekle mümkündür. Özellikle Kur’an’a dokunmanın, onu okumanın, anlamanın ve incelemenin önüne hangi gerekçeyle olursa olsun din adına zorluklar çıkarmak, duaların kabulü için ilahi kitapta bildirilen değerler dışında yeni şartlar öne sürmek insanın haddini bilmemesi olmalıdır. Dua konusunda Allah’a ortak görülen kişilere yönelişi baskı kullanarak sözlü veya fiziki bir müdahaleyle engellemek zaten ilahi kitapta da doğru bulunmaz.
Bazı kişiler, insanlara karışma hakkımızın olmadığını, “üzülürlerse kendileri üzülürler” diyerek sözde özgürlük yanlısı oldukları izlenimini vermektedirler. Dostlarının üzüleceğini bile bile buna ses çıkarmamak gerçek dostluk olamaz.
Gözden kaçırılan çok önemli bir gerçek daha vardır. Sözgelimi, sevdikleriyle ilişkisini kesmek istemeyenler sevdiklerini, onulmaz hastalıkla yüz yüze gelenler sağlıklarını, iflas veya afet gibi başka nedenlerle büyük kayıp yaşayanlar servetlerini geri kazanmak için büyücüye, falcıya, kutsal görülen kişiliklere umutlarını bağlayınca amaçlarına erişebiliyorlar mı veya acaba bu mümkün müdür? Bu sahte ve hayali güçlere yalnızca para değil aynı zamanda umut bağlayanların umutlarının para kadar bir değeri yok mudur? Bir yerlere umut bağlayanlar bu umutlarını çevrelerine de aşılamıyorlar mı? Çoğalan umut arayışları birtakım umut tacirlerini maddi ve manevi açıdan güçlü kılarken umut müşterileri de gitgide maddi ve manevi açıdan ciddi kayba uğramıyorlar mı? Umut tacirleri elde ettikleri maddi ve manevi güçle diğer insanların umutlarını istismar etmiyorlar mı?
Her şeyden haberdar ve her şeye güç yetiren Allah, acaba kullarının talepleriyle ilgili bir bildirimde bulunmuş mudur? Kesinlikle… Zaten ilahi kitabın amaçlarından birisi de budur.
Allah keyfi, rastgele yahut kişisine göre değişkenlik gösterecek bir muamelede mi bulunacaktır? Kesinlikle hayır. Çünkü böyle bir muamele, O’nun kitabında verdiği sözlere aykırıdır. Her şeyi ve en doğruyu bilen, en doğru karar veren Allah, kendisiyle ilgili bir takım taahhütlerde bulunmuş ve bu taahhütlerine bağlı kalacağını ilahi kitabında açıkça ve defalarca tekrarlamıştır. Evet, Allah, kullarıyla ilgili olarak kendisinin birtakım ilkeleri olduğunu ve bu ilkelere bağlı kalacağını çeşitli vurgulamalarla ortaya koymuştur.
DUANIN KABULÜ İLE İLGİLİ KRİTERLER
İlahi ilkeler Rabbimizin ilkesel davranacağının en somut kanıtıdır. Rab katında duaların kabul edilmesi için bildirdiği ilkeler akıl ve sağduyu sahibi insanların da onaylayacağı değerlerdir. Buna göre duaların kabul edilebilmesi için;
1- Öncelikle dürüst yaşamalıyız. İnsanlara zulmeden ve haksızlık yapan, onları kandıran ve onlara zarar veren birisinin taleplerine, bu kişi zulmünden vazgeçmedikçe, hangi iyi kişi hemen ve anında olumlu karşılık verir ki?
2- Yardım talep ettiğimiz konuda öncelikle sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Tarlaya tohum ekmeden ve oranın bakımını yapmadan ürün beklentisi, çalışmadan kazanma ve sınavlarda başarılı olma arzusu boş bir hayaldir.
3- Allah’tan yardım talep ediyorsak O’nu doğru tanımalıyız. Örneğin sigaraya karşı olan birinden sigara veya sigara parası istemek boşunadır ve saçmalıktır. Allah’ı doğru tanımak ise ancak O’nun kitabını ciddiyetle incelemekle mümkündür. Tanımadığınız birinden, bir kraldan veya varlıklı birinden o kişiyi tanımadan olur olmaz şeyler istemek ve beklentimize hemen karşılık bulmak ne denli mümkündür?
4- Allah’a isteklerimizi içtenlikle bildirmeliyiz. Dilimizde başka sözcükler, içimizde başka isteklerle ne söylediğimizin bilincinde olmadan, birilerine gösteriş yaparak veya salt deneme yoluna giderek dua etmemeliyiz. Allah’tan bir şeyler isterken, kişi istek ve dileklerinin gerçekleşeceğine kesin inanmalı, inanmadığı bir işi yapmamalıdır. Eğer dileklerini gerçekleştirebilecek güce sahip olduğuna inanmıyorsa dua anlamsızdır, böyle bir güce sahip olduğuna inanıyor ve sorumluluklarını yerine getirmişse duasının kabul edileceğinden kuşku duymamalıdır.
5- Allah’ın her şeyden haberdar olduğuna ve her şeye güç yetirdiğine inanıyorsak aracılara başvurmamalıyız. İnsan zaaflarının kurbanı olmamalıdır. Allah bu yolun meşru bir yol olmadığını bildirmiştir. Kendileri de yardım muhtaç olan varlıklardan yardım talep etmek (dua), kişinin kendisini küçük düşürmesine, insanların onların çevresinde kümelenmesine, insan zaaflarının istismar edilmesine, bu zaaflar sonucu istismarcı bir sınıfın günden güne güç kazanmasına, halkın duygularını sömürmek için yeni yeni sömürü alanları icat etmelerine, büyük kalabalıkların sorunları, sıkıntıları, dertleri, acıları ve sancıları gitgide büyürken küçük mutlu azınlığın sırça köşklere yaşamasına, insan onurunun ayaklar altına alınmasına, saygı ve sevgi gibi pek çok değer güç odaklarına bağlılığa ve hizmete endekslenmesine neden olmaktadır. Gerçek saygı, gerçek barış, gerçek sevgi, gerçek dostluk, gerçek bağlılık, gerçek sadakat, gerçek merhamet, gerçek şefkat, gerçek fedakârlık, gerçek affetmek, gerçek hoşgörü, gerçek tevazu, gerçek yardımlaşma, gerçek dayanışma ancak istismar sonucu güç kazanan kişilere ve onlarla yakın ilişki içinde olanlara yöneltilmektedir.
Gerçekten bilinçsiz bir inanca ve zayıf duygulara sahip insanların zaaflarını istismar etmek şeytani güçlerin ekmek teknesi olmalıdır. Ayartıcı, saptırıcı ve yoldan çıkarıcı güçler güçlerini, enerjilerini bu yolla elde ediyor olmalılar. Hangi konuda zaafımız varsa o konuda kullanılmaya açık bir kanala sahip olma olasılığımız çok yüksek demektir. Abartılı sevgi, korku ve umut en önemli zaaf kanallarıdır. Dini değerler veya dünya nimetleri adına türetilen koşulsuz ve ölçüsüz sevgi ve bağlılık kültürü, dini değerler veya dünya nimetleri adına türetilen dayanaksız korku kültürü, dini değerler veya dünya nimetleri adına türetilen dayanaksız umut kültürü… Şeytani güçler özellikle bu kanalları açık tutmaya gayret ederler. İnsan zaaflarıyla ilgili bu açık kanallar, büyük ölçüde istismarcıların planlarına hizmet eder. İnsan zaaflarını kullananlar; ahlak, hak ve adalet gibi değerler tanımazlar. Her şeyi kılıfına uydurmada ve konjonktüre uygun kalıba girmede ustadırlar. Onlar söze değer vermezler. Onlar güç kazanma peşindedirler. Güç kazanmak için her şeyi meşru görürler. Daha büyük hayırlar yapma iddiasıyla gücü ele geçirmeye çalışırlar. Güç tutkusu, daha büyük hayırlar iddiasını zamanla boşa çıkarır. Güç kazandıkça amaçlarda değişimler gözlenir. Siz siz olun siz olun, sakın ha sevgi, korku ve umut zaaf kanallarınızı açmayın! Eğer bir nedenle açmak zorunda kaldıysanız kanal genişliğini günden güne daraltın! Daraltın da istismarcıların o kanalları kullanmasına izin vermeyin! Aksi takdirde yalnızca onurunuzu, şerefinizi, itibarınızı, malınızı kaybetmekle kalmaz ve hatta canınızı bile kaybedebilirsiniz. Asla zaaflarınızın kurbanı olmayın!
Duanın mutlaka kabul edileceğine dair çeşitli dinlerde meşru görülen kutsal kişiliklere, kutsal yerlere, kutsal zamanlara, kutsal günlere, kutsal gecelere, kutsal saatlere, kutsal sayılara, kutsal dillere, kutsal sözcüklere umut bağlamak insanları hayatın gerçeklerinden soyutlamakta, boş umutlar onları sıkıntıya ve üzüntüye sokmaktadır. Geniş halk yığınları zamanlarını, enerjilerini, kazançlarını ve umutlarını bu uğurda harcamakta, bu sayede küçük bir azınlık her konuda gitgide güçlenirken büyük çoğunluk sefalet içinde yaşamaktadır. O halde Allah’tan bir şeyler isterken, araya aracılar (melekler, peygamberler, evliyalar, azizler, pirler, türbeler, muskalar ve uğur diye sanılan nesneler) sokmamalı, direkt Allah’tan istemeliyiz.
6- Yalnızca zor durumlarda değil, diğer zamanlarda da Allah ile ilişkilerimizi doğru biçimde sürdürmeliyiz. Normal durumlarda Allah’a, O’nun değerlerine karşı saygısızlık eden veya O’nunla hiçbir bağı olmayan birinin beklenti düzeyi elbette düşük olacaktır. Yaratıcıyı tanıyan, O’nun razı olacağı söz ve davranışları bilen ve buna uygun davrananlar elbette daha yüksek beklenti içine girecekler ve bir gün mutlaka umutlarına kavuşacaklardır.
(2: 186; 6: 40-41; 7: 189; 8: 22-24; 10: 12, 22-23; 11: 45-47; 12: 108; 22: 15; 29: 65; 30: 33; 31: 32; 39: 1-3; 40: 41-42; 41: 6; 72: 18, 20)
DUAYLA İLGİLİ İLAHİ VAATLER
Allah, ilkesel davranacağını ve vaat ettiklerine sadık kalacağını ilahi kitabında defalarca yinelemiştir:
“Kuşkusuz Allah’ın vaadi haktır” (10: 55; 18: 21), “doğrudur” (51: 5), “kesinlikle vuku bulacaktır” (77: 7), “mutlaka gelecektir. Siz bunun önüne geçemezsiniz.” (6: 134) O yüzden günübirlik aldatmacalarla oyuna gelmemek (31: 33; 35: 5) ve sabırlı olmak gerekir. (30: 60) Allah, (Kıyamete ilişkin) vaadinden (vaat konusundan, yerinden ve zamanından) asla caymaz. (3: 9, 194; 13: 31; 39: 20)
İNSAN KİME DUA EDİYORSA, KİMDEN MEDET BEKLİYORSA ONA KULLUK (İBADET) EDİYORDUR
Kişi kime dua ediyorsa ona tapmış olmaktadır. (1: 5; 6: 56,71; 10: 17,104-107; 13: 36; 17: 110-111; 18: 14-16; 19: 48-49; 25: 55; 26: 69-75; 39: 38; 40: 66; 46: 5-6; 72: 18-21)
Oysa kendisine dua edilen varlığın yaratma yahut göklerde Allah ile ortak olabilecek bir güce sahip olması gerekir. Esasında başkalarından medet bekleyenlerin bu konuda ne bilgileri, ne de belgeleri var. Başka varlıklara dua etmek Allah açısından yoldan çıkmışlığın en uç noktası olmalı. Esasında dua edilen varlığın bu istekten haberi bile yoktur. Kıyamet günü ise bu iddialarından dolayı onlara düşman olur, böyle yardım taleplerini (dua) de, bu yolla ibadetlerini de reddeder. (46: 4-6)
Allah’ın yanı sıra dua edilen varlıklara kulluk (ibadet) etmek Müslümanlara yasaklanmıştır. Aksi takdirde sapmış olurlar. (6: 56)
Müslümanlar yalnızca Allah’a kulluk (ibadet) eder ve yalnızca O’ndan yardım (medet) beklerler. (1: 5)
ALLAH İLE EN GÜÇLÜ İLETİŞİM YOLU DUADIR
İnsanı Rabbine bağlayan en önemli bağ, duadır. (25: 77) Çünkü Rab; duayı işitir, (14: 39) duaları karşılıksız bırakmaz, (19: 4) dua eden doğru insanı mutsuz kılmaz. (19: 48)
Kişi, namaz-niyaz yoluyla da Rabbine sistemli bir disiplinle dua eder. (2: 45, 153; 14: 39-40) Her namaz-niyazda Rabbinden yardım bekleyişi bunun en somut ifadesidir. (1: 5)
DUALARIN KABULÜ ARACI KULLANMAMAYA VE SORUMLU DAVRANMAYA BAĞLIDIR
Allah’ın hangi koşullar dâhilinde dualara karşılık vereceğini bildirmesi, O’nun ilkesel davranacağının en somut göstergesidir:
Allah, insanlara, diğer ifadeyle kullarına öylesine yakındır, onlarla öylesine sıkı bir ilişki içinde ve onlarla öylesine iç içedir ki onlar, hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan doğrudan Allah’a dua ettikleri zaman dua edenin taleplerine karşılık verir. Yeter ki onlar da ilahi mesaja uygun karşılığı vererek Allah’a inansınlar. Ancak böylelikle belki sağduyulu/reşit/yetişkin davranabilirler. (2Bakara: 186)
«İnsana, kendi emek harcadığından/çalıştığından başka bir şey yoktur. Onun emeği ve çalışması da zamanla görülecektir.» ( 53Necm: 39-40)
“Kim ahireti (işin sonunu) amaçlar ve bunun için bir mümin olarak ona yönelik bir gayretle çaba harcarsa, işte onların çabası, takdirle değerlendirilir.” 17İsra: 19
“Onlardan kimisi, “Bize dünyada (kısa vadede) ver” diyenler var. Onlara ahirette (işin sonunda) bir pay yoktur. Onlardan kimisi de, “Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş cezasından koru” diyenler vardır. İşte onlara kazandıklarından dolayı bir karşılık vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.” 2Bakara: 200-201
“Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim.” 3Al-i İmran: 195
“Allah, içinizden, hakka inanan ve erdemli işler yapanlara, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini kendileri için imkanlarla donatıp güçlü kılacağına, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur.” 24Nur: 55
SAHTE VE HAYALİ GÜÇLERE DUA EDENLER UMUT TACİRLERİNİN TUZAĞINA DÜŞERLER
Sahte ve hayali güçlere umut bağlayanlar, umutlarını çevrelerine de aşılarlar. Çoğalan umut arayışları birtakım umut tacirlerini maddi ve manevi açıdan günden güne güçlü kılar. Bu sayede umut müşterileri hem madden hem de manevi açıdan ciddi hayal kırıklığı yaşarlar. Umut tacirleri ise elde ettikleri maddi ve manevi güçle diğer insanların umutlarını istismar etmeye devam ederler.
Hak (geçerli) olan dua ancak Allah’a yapılır. Allah’ın yanı sıra yardım talep (dua) edilen kişiler, ihtiyaç sahiplerine hiçbir biçimde karşılık veremezler. Hayali güçlere dua edenlerin durumu şu örneğe benzer: Su ihtiyacı için avuçlarını suya doğru uzatan kişinin ağzına suyun ulaşması mümkün değildir. “Su”dan medet beklenmeyeceği gibi “su” kendi kendine de size gelmez, siz ona gidersiniz. Diğer taraftan su ancak, susuzluğu giderir. Bütün umutlarını suya bağlayarak, suya avuç açan kişi hayalleriyle baş başa kalır. Hayali yakarışlarla kişi, hayali tanrılarla yaşar ve gerçek dünyadan soyutlanır. İşte hak karşıtlarının duası, böyle bir çıkmazdadır. (13Ra’d: 14)
Mülk (varlıklar ve onların üzerindeki sınırsız denetim ve yönetim) Allah’a aittir. Allah’ın yanı sıra dua ettiklerinin hiçbir gücü yoktur. Ne onların dualarını duyabilir, ne de karşılık verebilirler. Diriliş günü bu talepleri reddedeceklerdir. Taleplere karşılık verecek olan Allah’tır. Çünkü O, hem her şeyden haberdar, hem de sınırsız zenginlik sahibidir. (35: 13-15)
İLAHİ ADALET, İNSAN EYLEMLERİNİN BİR SONUCUDUR
İlahi işaretler, “ilahi adalet” diye ifade ettiğimiz evrensel gerçek olup, insanın yapıp ettiklerinin bir sonucu olarak dünya yaşamında insan hayatına ilahi müdahalenin bir sonucudur:
İnsanı derinden etkileyen olumsuzluklar onun yapıp ettiklerinin bir sonucudur. Bilmez ki Allah çoğunu da görmezden gelmektedir. (42: 30; 4: 79)
Doğada yaşanan ve insan hayatını etkileyen olumsuzluklara yine insanlar neden olmuşlardır. Allah belki akıllanırlar diye insanlara bunları tattırmaktadır. (30: 41)
Allah insanlara ilahi işaretlerini gösterecek, insanlar da bunun ancak ilahi bir güç tarafından gerçekleştiğini anlayacaklar. Çünkü Rab, insanların yaptıklarından asla gafil değildir. (27: 93)
Yine O, hem dış dünyada hem insanların iç dünyalarında hakikat onlar için tamamen ortaya çıkıncaya kadar onlara ilahi işaretlerini gösterecek. Rabbinin her şeye şahit olduğu yetmez mi? (41: 53)
Allah’ın vaat ettiklerinin başında, herkesin O’na döneceği (10: 4) ve verdikleriyle onları sorumlu tutacağı gelmektedir. (65: 7) Nitekim Allah, hak inanırı (mümin) erkek ve kadınlara cenneti (9: 72), hak karşıtlarına (kafirlere) ateşi (22: 72), ikiyüzlülere (münafıklara) ve hak karşıtlarına ise cehennemi vaat etmiştir. (9: 68)
Yanlış yola sapma nedeni de daha önce yapılan yanlışlardan kaynaklanmaktadır. (3: 155; 4: 88)
Yaşanılan sorunlar ve sıkıntılar da yapılan yanlışlardan kaynaklanmaktadır. (6: 70; 16: 34; 39: 48,51; 45: 33) Ancak Allah her yapılan yanlışı da hemen cezalandırmaz. (18: 58; 35: 45; 42: 30)
İLAHİ ADALET YALNIZCA ÖLÜM SONRASINI DEĞİL DÜNYA YAŞAMINI DA KAPSAR
Allah’ın vaatleri yalnızca ölüm sonrasını kapsamaz, O, dünya hayatında da birtakım vaatlerde bulunmuştur:
Allah, dünya hayatında hak inanırı olarak erdemli işleri (salih amelleri) yapanları yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, dinlerini kökleştireceğine, korkularını mutlaka güvene kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. (24: 55) Ayrıca Allah onlara ödüller vaat etmiştir. (4: 122; 5: 9) Allah doğru insanlara dünya hayatında da vaatte bulunmuştur. (30: 6; 48: 20)
Allah, dünya hayatında da, ahirette de hak inanırlarını koruyup kurtaracağını (20: 86; 21: 9; 28: 61), hak karşıtlarına ise ilahi cezayı (azap) vaat etmiştir. (21: 109; 22: 47; 23: 93)
ALLAH KATINDA KAYIRMA OLMAZ
Allah öylesine ilkesel davranmaktadır ki isterse seçtiği peygamberin talebi (duası) olsun, eğer ilkelerine uygun değilse bu talebi dahi geri çevirmektedir:
Peygamber Nuh, oğlunu da ilgilendiren bir konuda ilahi vaadin hakikat olduğunu bil(dir)mesine rağmen, tufan (şiddetli su baskını) sırasında boğulmak üzere olan oğluyla ilgili talebini (duasını) Allah’a bildirmiş, ancak bu talebi Allah tarafından kabul edilmemiştir. Hatta emin olmadığı bir konuda Allah’tan bir şeyler istememesi ve cahilce davranmaması konusunda uyarılmıştır. Allah ona, peygamberlerine vaat ettiklerinden caymayacağını hatırlatmıştır. (11: 45-47)
Müşrikler için bağışlanma istemek (19: 47), ne peygamber ve ne de hak inanırları için doğru bir davranış değildir. (9: 113-114) İbrahim’in böyle bir tutum sergilemesi babasına verdiği bir sözden dolayıdır. (9: 114) İbrahim’in bu davranışı da hak inanırları için örnek bir davranış değildir. (60: 4)
İkiyüzlü davranarak hak karşıtlığını seçerek tövbe etmeden ölenlerin ne cenaze namazlarını kılmak, ne de cenazelerine katılmak doğru bulunmamıştır. (9: 84)
ALLAH ÇOKTARICILARIN YAKARISINI DA CİDDİYE ALIR
Çoktanrıcı (müşrik) insanlar da dua edebilir veya bağışlanma talebinde bulunabilirler. Bu talep ancak, onları beklemekte olan ilahi cezayı geciktirebilir, ancak şirklerinden vazgeçmedikleri takdirde bu cezayı ortadan kaldırmaz:
Allah, çoktanrıcıları dünya hayatında iki gerekçeyle cezalandırmaz. Bunlardan birincisi, onlarla beraber yaşayan hak inanırlarının olması, diğeri ise çoktanrıcıların Allah’tan bağışlanma talepleridir. (8: 33) Nitekim hak karşıtlarının, Allah’ı yaratıklara, yaratıkları Allah’a benzetmelerinden dolayı tövbe edip bağışlanma talep etmedikleri takdirde ileride onları ciddi bir ceza beklemektedir. (5: 73-74)
İlah olan Allah, en zorlu ve sıkıntılı durumları ortadan kaldırıp sizi düze çıkaran, size yol gösteren, kurtuluş müjdeleri gönderendir. (27: 62-63)
İnsana bir kötülük dokunsa Rabbine aracısız dua eder. Rabbi ona nimet verse O’na dua ettiğini unutur da O’nun yolundan saptırarak yapay kutsalları Allah’a ortak görür. Yahut kendisi için güven testi olan verilen bu nimeti kendi bilgi ve becerisine bağlar. Oysa tenha vakitlerde ve yerlerde işin sonunu hesaba katarak Rabbinin rahmetini uman kişi asla böyle davranmaz. (39: 8-9, 49)
Çoğu insan dua ettiği ve düze çıktığı konuda, daha önce yaşadığı sorunları, olumsuzlukları ve sıkıntıları çabucak unutur da sorumluluklarını savsaklar veya askıya alır:
İnsanı bir sıkıntı (ed-durr) etkileyince bu sıkıntının her halükarda kalkması için Allah’a yalvarır (dua eder). Allah sıkıntısını giderince, sanki sıkıntısının kalkması için Allah’a yalvarmamış gibi bir yaşam sürer. (10Yunus: 12)
Ancak Allah her yapılan yanlışı da hemen cezalandırmaz. (18: 58; 35: 45; 42: 30)
YARDIMA ÇAĞIRDIKLARI (DUA ETTİKLERİ) KİŞİLERİN KENDİLERİ YARDIMA MUHTAÇTIRLAR
Çeşitli konularda Allah’a ortak görülerek dua edilen varlıklar dua edenleri bir gün yüzüstü bırakırlar, sorumluluk kabul etmeyip kaçacak yer ararlar. İnsan ha bire bir şeyleri istemekten (dua etmekten) usanmaz. Ancak başına bir kötülük gelse hemen umutsuzluğa kapılır. Kötülükten sonra düze çıkınca (bir rahmet tadınca), sahip olduğuyla kendinde ilahi bir güç vehmeder, başına artık bir şeylerin gelmeyeceğini ve sorgulanmayacağını düşünür, Rabbi ona hesap soracak olsa bile daha büyük ödüle kendini layık görür. Oysa bilmez ki yapıp ettikleri karşısına bir bir dikilecek ve istemediklerini tatma durumunda kalacaktır. İnsanın güç eline geçince kaçması ve yan çizmesi, kötülük anında alabildiğince duaya sarılması onun sık sık karşılaşılan önemli bir gerçeğidir. (41: 47-51)
PEYGAMBERLER ZOR DURUMDA RABLERİNDEN YARDIM TALEP ETMİŞLERDİR
Musa, içinde yaşadığı topluluğun bozukluğunu Rabbine şikâyet ederek dua ediyor. (44: 22)
Nuh peygamber uzun yıllar uğraşı sonunda Rabbine şöyle dua etmişti: “Ey Rabbim! Ben yenildim, lütfen yardım et!” (54: 10)
İYİLİK (HAYIR) İÇİN DUA EDER GİBİ KÖTÜLÜK İÇİN DUA EDENLERE NE DEMELİ!
Bazen insan kötülük için de dua eder. Hayırlı bir şey ister gibi kötülük için de yalvarır. (17: 11) Bazı insanların yalnızca iyilik için yakarmadığı bazen kötülüğü de davet ettiği bir gerçektir.
Bu kadar talep karmaşası karşısında insanoğlunun taleplerini karşılayacak ilahi gücün, birtakım ilahi prensiplere göre hareket etmesini hak ve adaletin önemini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, insanlar farklı koşullarda farklı taleplerde bulunsalar da, taleplerindeki ciddiyet ve samimiyetleri belki olumsuz sonuçlarla karşılaşmalarını geciktirecek, eğer bu ciddiyet ve samimiyet doğru düşünce, doğru inanç ve doğru davranışlar ile desteklenmiş ise olumlu sonuca ulaşabilme umutlarını artıracaktır.
(Turgut ÇİFTÇİ)
as
bu guzel aciklamaniz icin size tesekur ediyorum sagolun
şimdi kabul oluo mu olmuo mu hepsini okuoamadm
güzel açıklama olmuş, şuradaki yazıya da bir bakın
https://ateizmdenkurtul.wordpress.com/2018/02/16/19-dua-ediyorum-kabul-edilmiyor/
teşekkürler