Ait Olma ve Birey Olma Dengesi
Ait Olma ve Birey Olma Dengesi
Kabul etmek gerekir ki Prof. Doğan Cüceloğlu, ona kulak verenlere, ait olma ve birey olma dengesinin önemini kavratmıştır. Onun şu ifadeleri, onu hayırla anmak açısından önemli olmalı:
“İnsanoğlu hem ait olmak ister, hem de özgür bir birey…
Birey olmak ve ait olmak insanın en temel gereksinmelerinden biri; doğuştan gelen bir gereksinim, bu gereksinmeyle doğarız…
Bazı toplumlarda ise birey olma katsayısı daha büyüktür; Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika toplumları günümüzde böyle bir kültürü temsil ederler…
Yalnızlık, yaşamın anlamsızlığı, boşluk duygusu ise bireyselliğe çok önem veren toplumların hastalıklarıdır.
Bazı toplumlar ait olmaya daha çok ağırlık verirler; bu toplumlar kültürleri daha geleneksel olan toplumlardır. Eski Çin kültürü bunun tipik örneğidir…
Çin tipi geleneksel toplumlarda bireyin yaratıcılığı, gelişmesi, kendi yaşamının anlamını arama ve gerçekleştirme özgürlüğü kısıtlandığı için ataerkil bir döngü içinde birbirinin aynısının tıpkısı olan kuşaklar yetişir. Birey olmak önemsenmez, teşvik edilmez, aksine yerilir ve aşağılanır. Bireyin mevcut fikir ve değerlerin aynısını yaşaması ve yüceltmesi beklenir. Sorgulamadan “itaat” en kutsal değerdir. Toplum koca bir hapishanedir; bu hapishanedeki her bir mahpus bir diğerinin gardiyanıdır…
“Mış gibi” olanın altında diğerini sıfırlama ve kendi görüşünü mutlaka kabul ettirme arzusu yer alır; arayışı maskesi altına saklanan bir zorlama ve güdümleme vardır.”[1]
Konuyu örnekle anlatırsak…
Eli tutulan çocuk, ortam güvenli ise, elinin tutulmasından rahatsız olur. Kendi başına yürümek ve ortamı keşfetmek ister. Bu sayede, özgüven kazanır. Büyüdükçe, tutulan ele ihtiyacı azalır. İşte bu, çocuğun birey olma veya özgürleşme arzusudur.
Ele olan ihtiyaç azalsa da, o elin sahibiyle çocuk arasında görünmez bir bağ vardır. Bu bağın adı, güvendir. Bu güven, onları asla birbirinden koparmaz. Yalnızca tehlike, korku ve ihtiyaç anlarında değil, diğer zamanlarda da bu güçlü bağ devam eder. Birbirlerini görmeseler de, her an birbirine ulaşabileceği duygusu ve varlıkları, birbirlerine güven ve huzur verir. Bu, bazen kan bağına, bazen coğrafyaya, bazen kültüre, bazen dine, bazen insani ve ahlaki değerlere dayalı bir bağdır. Bu aidiyet duygusu, aynı zamanda toplumsal kimliktir. Toplumsal kimliğe sahip olan kişi, esasında birilerinin akrabası veya toplumsal bir kümenin üyesidir.
Bu iki insan veya daha fazlası, birbirine ne kadar güçlü bağla bağlı olursa olsun, onlar ayrı birer kişidir. Onlar, birbirinin kopyası değildir. Her birinin farklı özellikleri ve güzellikleri vardır. O yüzden, onlar birbirlerindeki bu farklılıkları yok etmeye veya asimile etmeye çalışmazlar. Çünkü bu farklılıkların kimseye bir zararı yoktur. Bu farklılıklar, ilkesel değil, özellikseldir; zarar verici değil geliştiricidir. İşte bu farklılıklar, onları iki ayrı insan yapar. İki ayrı insan, iki ayrı bireydir. Her birey, kendi yaptığından ve etkilediklerinden, yine kendisi sorumludur. Yaptığı iyilikler de, kötülükler de yalnızca onu yapana yansır. Bu kişinin, diğer fertlerden farklı özellikleri, onun bireysel kimliğidir.
Aidiyet duygusu ile birey olma arasında bir denge olmalıdır. Aksi takdirde, aidiyet duygusunu ağır basanlar, ait oldukları küme veya grup yanlış yapsa da, onların yaptığı yanlışı, asabiye gereği, rasyonalize etmek (aklileştirmek) ve bu yanlışları örtbas etmek için mantık oyunlarına başvururlar. Kendi kabilesi ve grubu dışındaki kimseyle sosyal ilişki kuramazlar. Henüz birey (reşit) olamayan, kendi kararlarını kendisi veremeyen kişilerin aidiyet bağları, sağlam temellere dayanmadığı zaman, dostlukları ya körü körüne olur ya da sahici olmaz.
Birey olmayı abartanlar ise, kimseyle, güvene dayalı dostane ilişki kuramazlar. Yalnızca menfaatleri varsa, sosyal ilişki kurar, menfaati sona erince, bu ilişkiyi de koparırlar. Farklı kişilik diye güç savaşına girenler, kibir abidesi gibi davrananlar veya bencilce yaşayanlar, bırakınız, insani ve ahlaki değerlere dayalı dostluklar kurmayı, yakın akrabalarıyla bile sağlıklı ilişki kuramazlar. Bağımsız ve özgür birey megalomanisi ile başka biriyle görüş alışverişinde bulunmayı gereksiz görür, her konuda tek başlarına karar vermenin bir erdem olduğunu sanırlar. (TÇiftçi, 15/03/22)
[1] http://www.dogancuceloglu.net/yazilar/553/zor-kararlar-1/ (15/03/22)