Kader, Mesuliyeti mi Mecburiyeti mi Getirir?
Kaderi bir mesuliyet değil mecburiyet olarak okumanın;
tembelliğin, sorumsuzluğun, duyarsızlığın adına kader demenin bedelini ağır ödüyoruz.
Nasıl bir kader anlayışı ki bu;
İnsana mesuliyetini hatırlatmak yerine, onu bir mecburiyete mahkum ediyor, sonra da mecbur ettiği eylemlerin sonucuna göre ona ödül veya ceza veriyor.
Her şey olacağına varır düşüncesi ile uyuşturulan beyinler, günü kurtarma çabası içinde amaçsız ve gayesiz yaşamaya mahkum ediliyor.
Kimse kendi için takdir edilen rızıktan başkasını yiyemeyeceği için, kimse kimse için fedakarlık yapma gereği duymuyor, komşusu açken gayet rahat tok yatılabiliyor.
Haksızlıklara, adaletsizliklere, zorbalıklara karşı susmak, kılını bile kıpırdatmadan oturmak hiç canını acıtmıyor, öyle ya nasıl olsa Allah görüyor…
Zalimin vicdanını rahatlatıp onu daha da azgınlaştırıyor, mazlumun ise acısını kabullenmesini ve başına gelene itiraz etmeden razı olmasını kolaylaştırıyor.
Toplum içinde seçkin bir zümre oluşturup geriye kalanları sürüleştiriyor fakat fedakarlık hep bu geriye kalanlardan bekleniyor… Sürü ya işte, “neden hep ben” diye soramıyor… susuyor…
Geleneğimiz bize susmayı, sorgulamamayı ve boyun eğmeyi öğretiyor.
Geleneğimiz bize aklımızı kullanmayı, analiz etmeyi, tahkik etmeyi, hesaplaşmayı ve yüzleşmeyi öğretmiyor.
Din adına böyle bir trajediye katlanılamaz.
Çünkü din, biz yeryüzünde sürünün bir parçası olalım diye gelmedi.
Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayanlar, gerçeği söylemeyenler ve söylendiğinde de onu duymazdan gelenlerdir…
Enfal Suresi 22.Ayet