İslam’da Akıl Yürütmek ve Sorgulamak

AKLI KULLANMAK VE SORGULAMAK 

İnsanın en değerli varlığı aklıdır. En değerli eylemi de aklı kullanmaktır. Kişi, aklını kullanmadığı zaman her türlü yanlışı yapmaya açıktır; o taşa da tapar, ağaca da, insana da

Akıl sorgular; vicdana, ahlaka, evrensel değerlere, Kitaba aykırı olanları; kısaca yanlış olanları eler. Akıl, öncül bilgiye uygunluğu denetler. Öncüller (temel ilkeler) yanlışsa, akıl, böyle bir denetlemeyi yapsa bile çıkan sonucun yanlış olması kaçınılmazdır. Çünkü aklı kullanmak, yalnızca iki bilgi arasında denetim yapmak değildir. Akıl yürütmenin asıl niteliği, öncül bilginin vicdana ve evrensel hakikatlere aykırı düşmediğini de gözlemlemektir.

İnsanın en öncelikli öncülü fıtrattır, sahip olduğu vicdandır. Fıtrat, insanın yaratılıştan getirdiği doğru, iyi ve güzele olan eğilimidir. Bu fıtratı sayesinde dürüstlüğün, hak ve adaletin çok önemli hakikatler olduğunun ayırdına varır. Nitekim dürüstlük, adalet, ahlak, diğer sorumluluklar aklı kullanmanın bir sonucu gerçekleşmektedir. Bu temel erdemleri doğrudan doğruya ilahi kitapta da bulur. Artık akıl için öncül, fıtratın yanı sıra ilahi kitap olur. Karşılaştığı her yeni bilgiyi ancak aklını kullanarak ve fıtrata uygunluğunu gözeterek Kur’an’a denetletir. Kişi, hakikati buluncaya kadar sonuna kadar aklını kullanma ve sorgulama hakkına sahiptir. BkzAklı Kullanmak ve Duygusal davranmak

Dini dogma olarak görenlerin bu inançları da bir dogmadır. Dini dogma olarak görenlerden “bizim inancımız dogma değildir” diyenler; ya dini bilmiyor, hurafeleri din sanıyor, ya dogmanın tanımını bilmiyor, ya önyargılı davranıyor, ya da demagoji yapıyor. Öyleyse dogma, demagoji ve sorgulamanın tanımlarına bir göz atalım.

SORGULAMAK; bir işin, bir olayın, bir konunun hakikatını, gerçeğini, mahiyetini ve doğruluğunu öğrenmek amacıyla 5N1K (Ne, Neden, Nasıl, Nerede, Kim, Kaç, vd.) ’yı işletmektir. Sorgulamak kişiyi geliştirir ve özgürleştirir. Bir bilinç üzere yaşamayı sağlar.

 Sorgulanmayan her malumat, bilgi değil ezberdir. Ezberci kafadan bilgiç olur, lafazan olur, kopyala yapıştırcı olur. Yeni sorunlar karşısında ezberinde veya defterinde kayıtlı bilgi yoksa afallar, apışıp kalır, saçmalar. Ezberci kafa, empati kuramaz, vicdanı gelişmemiştir, söyleneni tekrarlar, kullanılmaya müsaittir.

Egemen güçler daha kolay kullanabilmek için ezberciliğe önem verir, akıl yürütmeyi ve sorgulamayı takdir etmezler.

 

SORGULAMAYI İSLAM DIŞI GÖRENLERE

Bugün insanlar sorgulamak deyince genelde reddetmek, hafife almak, küçümsemek ve alay etmek diye anlıyor. Oysa sorgulamak bir hakikat arayışıdır. Mantıksal olarak gerekçelendirilen anlamı ve amaçlı hiçbir şey dogma değildir.

 Sorgulamak, insanların, bilim insanlarının bütün imkânlarıyla kafa yordukları zaman cevabını bulabilecekleri alanda gerçeği (hakikati) keşfetmek veya bundan iyice emin olmak için araştırma yapmalarıdır. Bugün cevabını bilemesek de 5.000 veya 10.000 sene sonra bile, cevap bulma olasılığı olan anlamlı ve amaçlı soruları sormak sorgulamaktır. Milyarlarca yıl geçse bile cevabı hiçbir zaman bilinemeyecek anlamsız ve amaçsız, saçmasapan sorular, sorgulama değil, safsatadır. Sorgulama, dogma, safsata gibi kavramlarla Felsefe uğraşır. Ortaöğretim’de Felsefe öğretmenleri dışında yan branşı Felsefe olan öğretmenler yalnızca İlahiyat Fakültesi mezunlarıdır. Ne hikmetse bu kavramlar, Felsefe ve İlahiyatçıların uzman olduğu alan iken, birileri onlara bu alanda ders vermeye kalkar!

 İlahi bir buyruğun ‘mutlak doğru’ olduğuna inanan insanların önemli bir kısmı, aynı zamanda o buyruğun anlamını, önemini, değerini de bilmektedir; yani onlar körü körüne bir şeylere “Evet” veya “Hayır” demediler. Sözgelimi, yeni Müslüman olan biri, Müslüman olmadan önce cana kıymanın, hırsızlığın ve kula kulluk etmenin kötü bir şey olduğunu bilmektedir; bunu yaşanan binlerce gözlemden sonra öğrenmiştir. Müslüman olduktan sonra da, o artık onun mutlak doğru olduğuna inanır. İşte bu inanç, dogma değildir. Çünkü dogma, üzerinde düşünülmeden ve yeterince sınanmadan bir şeyi “mutlak doğru” olarak görmektir. Örneğin, ineğin kutsal veya İsa’nın “tanrı” olarak görülmesi gibi. Bunlardan biri, sıradan kendisi gibi milyonlarca hayvandan bir hayvandır. Diğeri milyonlarca insan gibi doğmuş, yaşamış, yemek yemiş, biyolojik ihtiyaçları olan bir insandır; o insan gibi iyi ve örnek insanlar gelmiş ve onlar “elçiler” olarak anılmışlardır. Ne inek kutsaldır (ilahi güce sahiptir), ne de İsa tanrıdır!

 Allah’ın insanı sorumlu tuttuğu değerlerin (hak, hukuk, adalet, eşitlik, ahlak, sorumluluk; haksızlığın, zulmün ve ayrımcılığın önüne geçmek, ekonomik refah, gelir dağılımı, insanın sosyo-psikolojik sorunlarını çözmek, insanların acılar yaşadığı sorunları çözmek,  insanların barış içinde, güvende ve dostça yaşayacakları ortamı kurmak, doğayı tanımak, doğayı bayındır hale getirmek, insan hayatını kolaylaştırıcı teknoloji üretmek) neler olduğunu net biçimde bilmek ve bu bilginin doğruluğundan emin olmak için araştırma yapmak, sorgulamaktır ve övgüye değer bir çalışmadır.

 Kişi, araştırma yapsa bile hiçbir zaman cevabını bulamayacağı alanda soru sorması sorgulamak değildir, boşa vakit harcamak, gündemi meşgul etmek, asıl sorumluluklardan uzaklaşmaktır. Örneğin, bir insanın gelecek bir yıl boyunca neler yapacağını biliyor muyuz? Hayır. Bilim insanları bunu bilmek için senelerce kafa yorsa cevabını bulabilirler mi? Hayır. Çünkü özgür irade sonucu neler olacağını bilemeyiz. Peki, insanın gelecekte neler yapacağını araştırmak, sorgulama alanına girer mi? Hayır. Sorgulama alanına girmiyor diye insanların geleceklerini ilişkin birtakım davranışları ortaya koyacaklarını söylememiz dogma mıdır? Elbette Hayır. Tüm bunlar niye böyledir? Çünkü sorgulamak demek, araştırmalar sonucunda cevabının bilinmesinin ve bulunmasının mümkün olduğu konulardır.

 Örneğin, Karadeniz’de kaç balığın olduğu, bir insanın, fiziksel ve biyolojik açıklama dışında neden yeryüzüne kedi veya köpek olarak değil de insan olarak geldiği, meleklerin niteliği ve sayısı, ahiretle ilgili bildirimlerin niteliği konusunda milyonlarca uzman çalışsa da cevabını bulamayacağı merak sorularıdır. Allah’ın varlığıyla ilgili sorular da böyledir. Allah’ın insanla muhatap olmasının amacı, varlığının mahiyetinin bilinmesi değil, niteliklerinin ve insanca yaşamak için ahlaki erdemlerin bilinmesidir. O’nun niteliklerini ve buyruklarını doğru anlayıp anlamadığımızdan emin olmak için olanca gücümüzle araştırmalı, sorgulamalı ve bu konudaki hakikate ulaşmalıyız. Bu hakikate ulaştıktan sonra, bu hakikatin “mutlak doğru” olduğuna inanmak dogma değildir. Evet, inananlar, cana kıymanın, zulmün ve çalmanın kötü olduğuna asla kuşku duymadan inanmaktadırlar.

 Oysa sorgulamak, cevabını bilmenin ve bulmanın mümkün olduğu ve cevabının insana katkısı olduğu sorulardır. Allah da, insanları bunları bilmekten sorumlu tutmamıştır. Bunların bilinmesinin insan egosunu tatminden başka insana bir katkısı bulunmamaktadır. Bunlara harcanacak zaman ve enerji, insanın sıkıntıları ve sorunları üzerine harcanmalı ve bunları iyileştirmek için her türlü sorgulama yapılmalıdır.

 Bugün bilimsel konular, yalnızca üniversite amfilerinde konuşulmuyor, hemen her tarafta konuşuluyor. Bu sevindirici bir gelişmedir. Bilim, hiçbir sınıfın tekelinde değildir, olmamalıdır ve olmayacaktır. Bu sayede, gerçekten bilim üretenlerle bilimi maske olarak kullanan kişiler ayırt edilecektir. Internet ortamlarında, işe yarar-yaramaz, ahlaki-ahlakdışı, mantıklı-mantıksız, bilimsel-bilimdışı pek çok konuda paylaşım bulmak elbette mümkündür. Bunun kanıtı; science ve nature gibi bilim dergilerinin; Ulusal Bilimler Akademisi  (National Center for Science Education), Nasa ve Tübitak gibi bilim çevrelerinin paylaşımlarını Kamu’ya da açmalarıdır.

 Neden birileri özellikle dinin dogmalardan oluştuğu iddiaları için çaba harcıyor? Çünkü onlar, din adına ortaya atılan uydurmaların ve yaşanan saçmalıkların, tam da bu uydurmalara ve saçmalıklara karşı olan gerçek dinle eşitlenmesini arzuluyorlar. Arzuluyorlar ki ilkel dürtülerini ve içgüdüsel eğilimlerini sınırsız, sorumsuz, kontrolsüz ve ölçüsüz biçimde yaşasınlar.

 DEMAGOJİ VE DOGMALAR

Demagoji ise muhatabını sıkıştırmak, açıklarını yakalamak, başkalarını yanıltmak, kafa karıştırmak, sırf soru sormak için saçma sapan sorularla 5N1K’yı işletmektir. Kısaca safsata yapmaktır. İnsanlar, safsatayı sorgulama sanmaktadır.

Dogmalar ve öğretilmiş yersiz korkular üzerine dayalı tabular ise, insanı bağımlı ve tutsak kılar. Önyargılar ve körü körüne bağlılıklar, kişiyi körleştirir ve sağırlaştırır. Kişi, gerçekleri göremez ve duyamaz hale gelir.

 

SORGULAMA VE SAFSATA FARKI

Allah sorgulamayı teşvik etmiştir. Sorgulama, gerçekleri görmeyi, doğruları öğrenmeyi ve ortama bir bilinç getirmeyi amaçlayan her türlü arayış ve soruştur.

‘Neden’ ve ‘Niçin’ soruları ikiye ayrılır:

1 – Cevaplanabilir ve çözümlenebilir sorular: Böylesi sorgulamalar,  özgürlüğe açılan kapıdır. Evrenin yaratılışı veya var oluşuyla, suyun ve toprağın var oluş amacıyla ilgili araştırmalar buna örnektir. Başka örnekleri şöyle sıralayabiliriz: Kişilik problemlerini nasıl aşabiliriz? Kavga ve çatışmaların, insan haklarını çiğnenme nedenleri nelerdir? Yoksulluğu nasıl bertaraf edebiliriz? Bazı şeyleri neden kabul etmeli veya reddetmeliyiz? Yaşam kalitesinini ve standartlarını nasıl yükseltebiliriz? Gelir düzeyleri arasında neden bu kadar büyük bir açık vardır? Tüm bu ve benzeri sorgulamalar;

a) Yaşam boyunca yanıtını bulabileceğimiz,

b) Yanıtları insanın işine yarayacak,

c) Yanıtları yaşam kalitesini ve standartlarını yükseltecek sorulardır.

2 – Yanıtlanamaz ve çözümlenemez kısırdöngü sorular: Böylesi sorular, çözümsüzlüğe, tıkanmaya, bağımlı olmaya ve tutsaklığa açılan kapıdır. Bunlar, gözlem ve deneylerle bilinen yanıtlar dışında, hiçbir zaman yanıtını bulamayacağımız sorulardır: Neden ben bu ülkede doğdum? Neden ben şu kişinin çocuğu olarak dünyaya geldim? Karadenizde kaç balık var? Neden kedi veya köpek olarak değil de dünyaya insan olarak geldim? Tanrı varsa neden insanlar ölmektedir? Tanrı varsa neden biz insanlar yiyeceğe ve içeceğe muhtaç kılındık? Neden güneşe mahkûmuz? Tanrı isteseydi bizi, oksijene, ısıya, ışığa vd. gereksinimi olmayan varlıklar olarak yaratamaz mıydı? Tanrı neden meydana geldi? Tanrı’yı kim yarattı? Neden geleceğimizi bilecek bir güçte veya her şeyi yapabilecek bir güçte varlıklar olarak yaratılmadık? Ve daha binlerce soru.

Safsata Örnekleri Hakkında Daha Detaylı Bilgi: Varoluş (Yaratılış) Amacı ve Kulluk (İbadet) Gerekçesi

Bunlara getirilecek fiziksel ve biyolojik açıklamalar dışında kalan ısrarlı sorular;

a) İnsanlar Tanrı’ya inansa da inanmasa da yanıtını insanların bilemeyeceği ve bulamayacağı sorulardır. Yanıtı olmayan sorular, çoğu kez birer slogan, demagoji ve safsatadır.

b) “Böylesi soruların yanıtı bulunsaydı, insanların hangi sorunu çözülür ve hangi sıkıntısı giderilir” sormak gerekir.

c) Yanıtı ve çözümü olmayan sorular, insanlığa vakit kaybettirir. Bu tip tartışmalar, ancak onların gelişim ve ilerlemesini geciktirir. İnsanlar, dikkatlerini, güçlerini, enerjilerini ve vakitlerini onlar için çözümsüzlüğü daha başında belli olan kısırdöngülere harcarlar. Ve esasında yapmaları ve üzerinde durmaları gereken gerçeklerden uzaklaşırlar (fitne). İnsanlık, sonu gelmez metafizik ve teolojik tartışmaların içine çekilir. Bu arada, fırsat düşkünleri amaçlarına kavuşurlar. Çünkü bu, karanlık dünyanın, ayartıcıların ve istismarcıların işine gelir.

Gerçekçi ‘NEDEN’ sorusu, bir DİN arayışıdır: Ben ve başkaları neden, niçin vardır? Niçin sömürü, haksızlık, zulüm, cinayet, soygun, katliam vardır? İnsanca yaşamanın bir amacı olmalıdır.

Gerçekçi ‘NASIL’ sorusu, BİLİMSEL bir arayıştır: Ben ve başkaları dünyaya nasıl geldi? Canlı, cansız, bitki, hayvan, insanlar nasıl yaşamakta, nasıl ölmektedirler? Hayatı daha nasıl kolaylaştırabilirim? Nasıl insanca yaşayabilirim? Evrenin işleyişi nasıldır?

Sorgulamak değerli bir iştir. Sorguladığımız her ne ise onun bir cevabı vardır. Bu cevap da yalnızca entelektüel bir doyum değil eğer izlenirse aynı zamanda insanların yaşamlarında gözlemlenebilir gelişmelere yol açar.

Kişi, sorguladığı konuyla ilgili hakikate ulaşınca o konuyla ilgili sorgulaması sona erer, elindeki hakikata sımsıkı sarılır, ona inanır ve ondan kuşku duymaz. Sorgulamadan, üzerinde düşünmeden, kesin bilgi sahibi olmadan inanmak, koşulsuz bağlanmak çeşitli sorunları da beraberinde getirir. Artık bu o insan için; tabudur, dogmadır; körü körüne kabul edilmiştir, birileri empoze etmiştir, birileri dikte etmiştir, çıkarlarına uygun düşüyordur, aldatılmıştır, kandırılmıştır, inandırılmıştır. Bunun sonucu taklit etmeyi tercih etmiştir. Böyle birinin kabulleri ancak aşırı şekilci, aşırı ayrıntıcı ve aşırı kuralcıdır. İşin mantığını çözmemiş, hikmetini kavramamıştır. Kalıpçı davranır, şablonlarla hareket eder; içinde bulunduğu ortama uygun çözüm üretemez. İnandığını iddia ettiği ilkenin temel gerekçesini, ahlaki gerekçesini, hikmetini bilmez. Allah’ın Elçileri, kendilerine vahyedilen dini çok iyi anladıkları için, içinde bulundukları ortamlarda ortaya çıkan yeni sorunlarda en uygun çözümü üretmişlerdir.

Tüm sorgulamalardan ve akıl yürütmelerden sonra bir konuda kesin bilgiye ulaşan insan artık ona inanmaktadır. Kesin bilgi sağlam kulptur; kesin bilgi, konuya göre değişmekle beraber, bazen ağacın kökü veya gövdesi, ya da sapasağlam dalları gibidir. Sağlam kulpa değer vermeyen insan sallantıdadır; her sarsıntı, her rüzgâr, her fırtına onu devirebilir. Kur’an, kendisinde kuşku olmayan bir bilgidir. Kur’an’dan gelen açık hükümlere sağlam kulp olarak tutunmayanlar kaygan zeminde yaşamaya mahkûm olurlar. Vahye güvenmemek, Allah’a da güvenmemektir. Çünkü vahiy, kesin bilgidir. Ancak vahyin sağladığı bilginin kesinlik ölçüsü, onun mesajını net ve doğru anlamaktan geçer. Zorlama ve tahmini (zan ifade eden) yorumlarla kesin bilgiye ulaşılmaz. İnanan insan kesin bilgiye yaşamında yer verir. Bu dürüstlüğün, kişisel bütünlüğün, tutarlılığın bir gereğidir. İnançları onun eylemini, hareketlerini, davranışlarını etkiler ve değiştir.

 Davranışlarında hayat bulan bu inanç, kendisine dostlar arar. Hak ve adalete değer veren, verecek olan insanların arayışına girer. Bu aynı zamanda bir vicdani sorumluluktur. Yeryüzünde hak ve adaletin egemen kılınmasını isteyen herkes sahip olduğu değerleri vicdanında hapsetmez.

KUR’AN’DA SORGULAMAK 

a) Sorgulama alanı

Allah, araştırmadan, sorgulamadan ve akıl yürütmeden insanların kararlar almasını, bir hükme varmasını doğru bulmamıştır. Bu amaçla açıkça, “Emin olmadığın konuda konuşma, emin olmadığın konuda bir tavır ve tutma içine girme, emin olmadığı bir konuya inanma” diyerek sorgulama alanının ne denli geniş olduğunu bildirmiştir:

Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü dinleme yetisi (kulak), görme yetisi (basiret) ve algı yetisi (gönül), bunların hepsi ondan sorumludur.” (17İsra/36)

Bu ilahi bildirim, sorgulamayanın sorgulanacağı mesajını vermektedir. Neden iyi dinlemeden, iyi gözlem yapmadan ve elindeki verileri doğru işlemeden kararlar aldın diye sorumlu tutulacağı ifade edilmektedir.

Delillere dayalı tartışmak değil, araştırma, sorgulama ve akıl yürütmenin sonucunda kesin bilgiye sahip olmadan, emin olmadan tartışmak kınanmıştır:

İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki hakkında kesin bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat kesin bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa Allah, (bunun önemini) biliyor, siz ise bilmiyorsunuz.” (3Al-i İmran/66)

b) İddia sahipleri; kanıta, bilgiye ve belgeye dayanılmalıdır

İddia sahiplerinin kanıta, bilgiye ve belgeye dayanmaları gerekli ve değerli görülmüştür. Hukuki bir ilke olarak da bilindiği gibi bir şeyi iddia ediliyorsa delil getirilmesi istenmiştir:

De ki: “İşte bu benim yolumdur. Ben ve beni izleyenler, Allah’a bilinçlice (basiret üzere, mantık ilkelerine uygun biçimde) çağırırız. Allah’ın şanı yücedir. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (12Yusuf/108)

“Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi (burhan) getirin.” (2Bakara/111)

De ki: “Bakın, ben Rabbimden gelen açık bir kanıta (beyyine) dayanmaktayım; ve (bu şekilde) siz Onu yalanlamış oluyorsunuz!..” (6En’am/57)

Hayatı sona erecek kişi de, yaşayacak olan da bir delile (beyyine) dayalı olarak yaşasın…” (8Enfal/42)

Yoksa O’ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: Haydi delillerinizi (burhan) getirin! İşte benimle beraber olanların mesajı (zikri) ve benden öncekilerin mesajı. Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyor; bu yüzden yüz çeviriyorlar.” (21Enbiya/24)

c) Sorguya çekilmeyen yalnızca Allah’tır

Kutsal (kusursuz, yanılmaz ve unutmaz) olan yalnızca Allah sorguya çekilmez. Allah’tan başka herkes sorguya çekilebilir:

Allah, yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (21Enbiya/23)

d) Peygamberler de sorguya çekilecekler

Peygamberler de, görevlerini doğru ve tam yapıp yapmadıklarıyla ilgili sorguya çekileceklerdir:

Elbette kendilerine elçi gönderilen kimseleri de, gönderilen elçileri de mutlaka sorguya çekeceğiz!”(7A’raf/6)

e) Durumu anlamak ve iyice emin olmak için Allah’a soru sorulabilir

Anlamak ve öğrenmek için Allah’a bile soru sorulmuştur. Meleklerin tutumu, konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıklarının bildirimi dışında kınama konusu olmamıştır.

Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: “Bizler, yücelterek sana kusursuzluk atfederken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yetkili kılıyorsun?” dediler. Allah da onlara: “Ben sizin bilemiyeceğinizi bilirim” dedi. (2Bakara/30)

İbrahim’den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya (cidal) başladı. Çünkü İbrahim; duyarlı, duygulu, (Allah’a) gönül veren biri idi.” (11Hud/74-75)

 “(Musa:)…İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin sınamandan başka bir şey değildir…” (7A’raf/155)

Bazı kişiler iman ettikten sonra akıl yürütmenin ve sorgulamanın bittiğini düşünmekte ve bunu ifade etmektedirler. Oysa bu konuda İbrahim peygamberin tutumuyla iman ettikten sonra hala sorgulamanın devam edebileceğini göstermektedir. Nitekim kişi, İbrahim gibi daha güçlü kanıtları görüp iyice emin olmak isteyebilir:

İbrahim Rabbine: “Ey Rabbim! Bana, ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Rabbi ona: “Yoksa inanmadın mı?” dedi. İbrahim: “Hayır! İnandım, ancak iyice emin (kalbin mutmain) olmak için” dedi. (2Bakara/260)

Nitekim Rablerinin diğer delillerini ve işaretlerini görmek kişinin inancını güçlendirmektedir. (Bkz. 8Enfal/2; 9Tövbe/124; 48Fetih/4; 74Müddessir/31)

Nuh Rabbine dua edip dedi ki: “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim. Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum! (11Hud/45-47)

Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar. (3Al-i İmran/40)

Zekeriyya: Rabbim! dedi, karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir? (19Meryem/8)

Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece “Ol!” der; o da oluverir. (3Al-i İmran/47)

Meryem: Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir? dedi. (19Meryem/20)

Dualar, durumdan memnun olmadığımızı ve Allah’tan değiştirme talebimizi ortaya koymaktadır.

f) Peygamberlere soru sorulabilir, onlardan kanıt istenebilir ve vahiy olmayan konularda farklı görüşler ortaya konabilir

İnananlar, vahiy olmayan konularda peygamberlerle konuşmuş, onlara soru sormuş ve itirazlarını dile getirmişlerdir:

Kocası hakkında seninle tartışan (mücadele) ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah duymuştur. Allah, sizin konuşmanızı duymaktadır. Allah hep duyandır, hep görendir.” (58Mücadile/1)

Musa, halkına: “Allah bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti de: “Bizimle alay mı ediyorsun?” demişlerdi. O da: “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demişti. “Bizim adımıza Rabbine yalvar da bize onun niteliklerini açıklasın” dediler. Musa: Allah diyor ki: “O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.” “Size emredileni hemen yapın” dedi. Bu defa: “Bizim için Rabbine yalvar da bize onun rengini açıklasın, dediler. “O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir” dedi. “(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine yalvar da onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. İnşaallah doğruyu buluruz” dediler. (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: “O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. “İşte şimdi gerçeği anlattın” dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi. (2Bakara/67-71)

Sana şu konuda sorular soruyorlar ayetleri yine benzer gerçeği ortaya koymaktadır. (Bkz. 2/189,215,217,219,220,222; 5/4; 7/187; 8/1; 17/85; 18/83; 20/105; 79/42)

g) Peygamberler de birbirlerini sorgulamışlardır

(Musa:) “Ey Harun! dedi, sana ne engel oldu da, bunların saptıklarını gördüğün vakit peşimden gelmedin? Emrime isyan mı ettin?” (Harun:) “Ey anamın oğlu! dedi. Saçımı sakalımı yolma! Ben, senin: “İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!” demenden korktum.” (20Taha/92-94)

RİVAYETLERDE (HADİSLERDE) VE SİYER (TARİH) KAYNAKLARINDA SORGULAMAK

Rivayetlerde ve siyer kaynaklarında vahiy olmayan konularda Hz Muhammed (a.s.)’in, arkadaşlarıyla sıklıkla istişarede bulunduğuna, ciddi biçimde tedbirler aldığına ve onun bazı kararlarına arkadaşlarının itiraz ettiğine dair pek çok örnek görmekteyiz. Nitekim o;

  • Ağaçların aşılanmasıyla ilgili kararından vazgeçmiştir.
  • Bedir Savaşı’nda ordunun konuşlandırılacağı mevziyle ilgili kararından vazgeçmiştir.
  • Bedir esirleriyle ilgili alınacak karar konusunda onun görüşünden farklı fikirler ortaya çıkmıştır.
  • Uhud Savaşı’nda Medine’de kalma kararından vazgeçmiştir.
  • Hendek Savaşı’nda düşman birliğini dağıtmak için Gatafanlılara Medine hurmalarının 1/3’inin teklif edilmesi kararından vazgeçmiştir.
  • Hudeybiye Antlaşması’nın bazı maddelerinin yazılması konusunda bazı sahabenin itirazlarını İslam dışı bir davranış olarak nitelememiştir.
  • Fetih günü Mekke’nin dokunulmazlığı (sit alanı) kapsamında bazı bitkilerin toplanması ve bazı kapların kırılması kararından vazgeçmiştir.
  • Abdullah İbnu Übey İbni Selül’ün cenazesine katılma konusunda onun görüşünden farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
  • Zıhar yapılan kadının onunla tartışması vahiyle de bildirilmiştir.
  • Evlatlığı Zeyd’in ve evli kadın Berîre’nin boşanmadaki ısrarları, farklı görüş örnekleridir.
  • Hz Ömer, Hudeybiye’de Mekke’ye elçi olarak görevlendirilmiş, ancak o gitmeme gerekçesini bildirerek gitmemiştir.
  • Üsame İbnu Zeyd’i komutan olarak atamış, ancak sahabeden bazı kişiler bu atamayı tartışma konusu yapmışlardır.
  • Huneyn günü Abbâs İbnu Mirdâs ganimet miktarını tartışma konusu yapmış, bunun üzerine onun payını artırmıştır.

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi Allah’ın ve elçilerinin, düşünmeye, sorgulamaya ve akıl yürütmeye değer verdikleri görülmektedir.

PEYGAMBERLERDEN SONRA SORGULAMA VE AKIL YÜRÜTMEYE BAKIŞ

Dini yanlış anlayan hurafeciler, kendi bölgelerinde aklı kullanmayı küçümserlerler iken, başka dinlerin egemen olduğu ülkelerdeki mensuplarından akıllarını kullanmaları için onları sonuna kadar teşvik etmektedirler. Hıristiyanlığın, Yahudiliğin veya diğer dinlerin egemen olduğu ülkelerde doğan ve orada yaşayan insanlar, sorgulamadıkları, akıl yürütmedikleri ve mantık ilkelerini işletmedikleri zaman Allah hakkında uydurulan yalanlara, palavralara ve saçmalıklara inanacaklardır. Kilise’nin otoritesini ve İsa peygamberin ilahlaştırılmasını sorgulamadan hem de ciddi bir şekilde sorgulamadan hakkı bulabilirler mi? Hindistan’daki kutsallık anlayışını sorgulamadan kişi doğruyu bulabilir mi? Bunları sorgulamak, o bölgelerdeki din istismarcılarının hışmına uğramak anlamına gelmez mi? Onlar demezler mi ki her şey akılla anlaşılmaz. Evet, hem de daha fazlasını söylerler.

Kilise Babaları, “İsa; hem insandır, hem peygamberdir, hem Tanrı’nın oğludur, hem de Tanrı’nın bizatihi kendisidir” diye iddia edince Kilise’de bulunan ortalama bir Hıristiyan vatandaş, “Papaz efendi! Bunların her biri bir arada nasıl mümkün olur ki!?” diye sorar. Böyle bir durumda papazdan alınan cevap şu olmaktadır: “Tanrı seni kutsasın! Bu işler akılla anlaşılmaz! Bunlara inanmak gerekir. Sen yeter ki inan İsa efendimiz sana öğretecektir.” Evet, şurası bir gerçek ki dogmaların egemen olması, ancak sorgulamadan ve akıl yürütmeden uzak durmaya bağlıdır.

SORGULAMAK VE AKIL YÜRÜTMEK NEDEN ÖNEMLİDİR?

Sorgulamak doğruyu, hakkı, hakikati ortaya çıkarmak için çok önemlidir. Bizler sorgularken, gerçeği bulmayı amaçlıyoruz.  Emin olmadığımız konularda kuşku içindeyiz. Bu kuşkuyu ancak konu hakkında araştırma yaparak, bilgi toplayarak, bu bilginin doğruluğunu çeşitli yollarla test ederek, güçlü kanıtlarla destekleyerek giderebilir ve doğru bilgiye ulaşabiliriz. Hakikat ortaya çıkınca o hakikate sımsıkı sarılmak gerekir. Kişinin hiç kuşku duymayacağı sabiteleri, evrensel değerleri olmalı. Adil olmanın gereğine, haksızlığın her türünün yanlışlığına kuşkusuz biçimde inanmak gibi. Hiçbir sabitesi olmamak, sürekli kaygan zeminde yaşamak demektir. Evrensel ahlak, Kur’an, ilahi kitaplar bize bu sabiteleri verir. Ancak bunları da doğru anladığımızdan emin olmalıyız.

Sorgularken özgür olup olmadığımız önemlidir. Sorguladığımız konuda önyargılardan ve prangalardan kurtulmalıyız. Yalan-yanlış inançlar, körükörüne kabul edilmiş dogmalardan kurtulmalıyız. Emin olduğumuz konuyu sorgular gibi bir tutum sergilemek sorgulamak değildir. İyiliğin, dürüstlüğün, adaletin iyi ve doğru olduğundan kuşku duyamayız. “İyilik acaba iyi bir şey midir” sorgulaması, ya mantık hatası veya çarpık bir mantık sonucu ortaya çıkmaktadır. Hiçbir zaman cevabı olmayan veya cevabı bulunamayacak sorular veya sırf hava olsun veya insanların kafası karışsın diye sorulan sorular sorgulama değil birer demagojidir, safsatadır. Sorgulamayla demagojinin sınırlarını iyice ayırmak lazım. “Biz neden insanız, neden bitki değiliz” veya “neden iki gözümüz var” ya da “neden benim babam şu kişidir”, “neden kafamızın üzerinde değil ayaklarımızın üzerinde yürüyoruz”,”neden güneş yukarıda biz aşağıdayız” gibi soruların biyolojik ve astronomik cevapları dışındaki arayışlar sorgulama değil birer demagoji örneğidir.  “Biz insanız, çünkü insan kromozomlarına sahibiz, insan anne-babadan dünyaya geldik” cevabı karşısında, “ben onu sormuyorum, ben neden fare olarak değil, insan olarak dünyaya geldim” sorusuna cevap arayışı demagojik bir yanıltmadır ve safsatadır.

Hayatla ilgili ve dinle ilgili konularda ciddi sorgulamalar yapmalıyız. Din denince hak ve adalet yerine ilk önce ibadetler gelmektedir. İbadetlerle ilgili konularda sorgulamak bir sorun olarak görülmektedir. Oysa kişinin namaz, oruç ve haccın, -Kitap’ta varsa- emrediliş nedenleri, hikmetleri üzerinde düşünmesi ve bu konuda kafa yorması onu bilinçli hale getirecektir.

Dinle ilgili sorgulamalardan söz edince ilk akla gelmesi gereken şey, yeryüzünde, içinde yaşadığımız bölgede veya çevrede, “insanları sömüren ve istismar eden her türlü ahlakdışı ve akıldışı girişimlerin, açlığın, yoksulluğun, hastalıkların, haksızlıkların, zulümlerin, savaşların, cinayetlerin nedenleri nelerdir, bunların önüne nasıl geçebiliriz” türü sorulara cevap arayışıdır; işte bunlar birer sorgulamadır ve takdire şayandır. Çünkü çözümü bulunursa insanlar, sağlıklı, huzurlu ve mutlu olacaklar, güven içinde yaşayacaklardır.

Herhangi bir konu hakkında, “Bu dinin emridir” diye söz ediliyorsa, Kur’an’da ve onun bildirdiği değerleri destekleyen diğer kaynaklarda bunun kanıtları, gerçek ve hakikat olup olmadığı arayışı da birer sorgulamadır. Bunların insan hayatına katkıları, aksi durumda ortaya çıkacak sonuçların bilinmesi için düşünsel çabalar da birer sorgulamadır.

Diğer taraftan sorgulama, bütünsel değil konu bazlıdır. Kişi bir konu hakkında araştırma ve sorgulamalar yapar, güçlü kanıtlara ulaşır, ulaştığı sonuçtan emin olur ve ona inanır. Aynı konuda daha güçlü delillere ulaştıkça inancı daha da güçlenir. Bu durum, onun her konuyu bu şekilde çözdüğü anlamına gelmez.

Kur’an, bize atalarımızdan edindiğimiz bilgileri akıl ve vahiy süzgecinden geçirmemizi ister:

Onlara, “Allah’ın indirdiğini (Kur’an’ı) izleyin!” denildiğinde: “Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize (geleneksel alışkanlıklara, inançlara ve eylemlere) uyarız!” diye cevap verirler. “Ya ataları akıllarını kullanmadı ve doğru yolu bulamadılar ise?” (2Bakara/170)

Çünkü onlardan bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış, bir kısmı da yalandır.

Kur’an, bizden tahmini (zanna dayalı) bilgilerden çokça kaçınmamızı istemiş ve zanna uyanları kınamıştır:

Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının; çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır…” (49Hucurat/12)

“Şirk koşanlar diyecekler ki: “Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız şirk koşardı. Hiç bir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de, bizim zorlu baskınımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: “Elinizde, bize delil olarak gösterebileceğiniz bir bilgi mi var? Sizler zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve saçmalamaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.” (6En’am/148)

Biz insanlar, bazı konularda yüzde yüz kesin bilgi sahibiyiz, bazı konularda yüzde doksan, bazı konularda yüzde altmış, bazı konularda yüzde kırk, bazı konularda yüzde yirmi, bazı konularda yüzde hiç bilgi sahibi değiliz. Bazı konularda da yalan yanlış bilgi sahibiyiz. O yüzden, yüzde yüz kesin bilgi sahibi olmadığımız her konuyu gücümüz ölçüsünce araştıracak, sorgulamalar yapacak ve kuşkularımızı emin olduğumuz ölçüde gidereceğiz.

Şunu bilmeliyiz ki insan emin olmadığı konularda sorguladıkça hakikate ulaşır, hakikate ulaştıkça özgürleşir, hakikatten uzaklaştıkça özgürlüğünü kaybetmeye başlar.  Turgut ÇİFTÇİ

You may also like...

8 Responses

  1. merve dedi ki:

    Öncelikle verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Konuya bakış açınızı güzel ve farklı buldum. Herkezin fark etmesi gereken bu konuyu doğru bil uslupla anlatımınız takdire şayan…

  2. Muhammed CN dedi ki:

    Emeği geçen herkeze teşekkürler

  3. ALLAH,İnsanın algılama alanının kapsamı dışındadır.
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.com/2018/07/insann-alglama-alannn-kapsam-dsndadr.html
    “Allah’ın yaratışını tefekkür edin, zatını değil; zira siz asla O’nun hakkını veremezsiniz.”

  4. Okur dedi ki:

    Yaziyi cok begendim. Elinize sağlık. Son zamanlarda issiz olmamin da etkisiyle varligimi hayati sorgulamaya başladım ve yaziniza rastladim. Sorgulamaya devam

  5. Cevdet Muhammed dedi ki:

    Selamün aleyküm sayın Turgut Çiftçi bey, sizden ricam bana zihnimi kurcalayan şu iki suale eĝer mümkünse delilleriyle beraber tatmin olabileceğim cevab vermeniz olacak. Şöyleki: 1. Rabbimizin özel isminin “ALLAH” olduğunu biliyoruz. Peki bu ismi ilk Peygamber ve sonrakiler hep aynı şekilde söyleye gelmiş midir?
    2. Bazıları mesela “dinimizislam.com sitesinde “Çalgılı ilahiler icra etmek küfürdür deniyor”. Lütfen işin doğrusu nedir, çalgılı ilahi dinlemek ve çalgıyla icra etmenin hanefi mezhebindeki hükmü nedir? Umarım en kısa zamanda bana yazarsınız. Buna sevinirim. Şimdikten hem yukardaki faydalandığım “sorgulamayla ilgili yazınız içinde size çok Teşekkürler ve Allah razı olsun. Hayırlı çalışmalar dilerim.

    • Turgut Çiftçi dedi ki:

      Aleyküm selam Cevdet bey,
      1 – Allah, Arapça olarak özel isimdir. Kelimenin yapısı konusunda çeşitli görüşler var; Baskın görüş, el-ilah sözcüğünün birleşiminden oluştuğudur. Diğer dillerde kullanılan elohim, yahve gibi sözcüklerden elohim, bu sözcüğe en yakın duruyor. Konuyla ilgili geniş bilgi için
      https://islamansiklopedisi.org.tr/allah

      2 – Müzik konusunda şu çalışmamda geniş bilgi bulunmaktadır:
      Dini Kültürde Polemik Konusu Olarak Sanat: Müzik Ve Resim http://www.hakveadalet.com/din-sanat

  1. 03 Ocak 2015

    […] İslam’da Sorgulamak ve Akıl Yürütmek […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir