Bahaneler Genel Müdürlüğü
Bahaneler Genel Müdürlüğü
Bahane kelimesi Farsça’dan girmiş dilimize. Sözlüklerde “sebep, gerekçe, vesile” diye geçse de gündelik kullanımda daha çok “uydurma gerekçe, uydurma vesile” anlamına geliyor. “Gönül sohbet ister, kahve bahane” deyişindeki gibi iyi niyetli bahaneler de var; ama ağırlıklı olarak bahane, ‘işimizi niye yapmadığımıza’ dair uydurduğumuz –ve asıl sebebi yansıtmaktan uzak– sahte mazeret demek… En bilindik örneği, “Elektrikler kesildi, çalışamadım hocam!” Söyleyen de dinleyen de biliyor ki gerçek sebep bu değil. Ama yapacak bir şey yok; çünkü elektrik kesilmesi, yeterince yaygın ve geçerli…
Bahanelerin tartışmasız kabulü konusunda toplumda adeta bir ‘consensus’ var. Bahane, toplumsal yaşamın sürdürülebilirliğinin vazgeçilmez gereği. “Gösterdiğin bahaneye inanmıyorum ama kabullenmek zorundayım; çünkü aksi halde kendi bahanelerime de itiraz yolunu açmış olurum.” Aylardır sizi aramayan arkadaşınızdan telefon geliyor: “Dün gece rüyamda gördüm seni!” Zihninizde beliriveren düşünce gayet net: “Yine ne isteyecek acaba?” Ama bunu ona söylemeniz, ‘toplumsal sözleşme’ye aykırı; çünkü bir iki hafta sonra, sizin de rüyanızda onu görmeniz gerekebilir…
Bahanenin gerçeği yansıtmıyor olması, tekil durumlarda önemsiz görünüyor. Ama ciddi bir araştırma yapılsa, bahanelerin hayatımızı zincirleme etkilerle nasıl belirlediğini anlar, belki tüm sorunlarımızın temel nedenini keşfederiz: Ödevini niçin yapmadın? “Dün evimizi sel bastı, hocam!”; Filanca mahalleyi niçin sel bastı? “Çok yağmur yağdı, mazgallar çöple tıkanmış, şefim!”; Çöp tankları niçin yetersiz? “Ödenek kesilince müteahhit işi bıraktı, müdürüm!”; İhaleyi niçin ona verdiniz? “Yukarıdan tavsiye edilmişti, başkanım!” … Bir ev ödeviyle başlayan bahaneler zincirini sürdürsek, işin ucu en üst kademelere kadar varacak, ama yazmaya yerimiz yetmez. –Bu da yazarın bahanesi… Dikkat edilirse, tüm bahanelerin ortak noktası, ‘fail’in meçhul oluşu. Gösterilen sebepler geçerli, fakat yapan hep ‘başkası’ ve kimliksiz.
Bahanelerin bir zayıf yanı da hızla bayatlamaları. Aynı konuda sürekli aynı bahaneyi gösteremeyiz; her defasında yenilemek gerek. Bu ise epeyce zekâ gerektirir ki, o kadar akıllı olsak zaten ödevimizi yapardık ve bahaneye gerek kalmazdı… Bu yüzden diyorum ki, acilen bir Bahaneler Genel Müdürlüğü kurulmalıdır. ‘Bahane uydurma’ konusunda deneyimli seçkin kişilerden oluşacak kadrolarca ‘geçerli bahane standartları’ belirlenmeli, standarda uygun yeni bahaneler üretilmeli, böylece toplumsal uzlaşmanın bu en büyük ihtiyacı karşılanmalıdır. Bulunacak bahanelerin sadece vatandaşı rahatlatmakla kalmayıp, yıllardır cıcığı çıkmış bahanelerle inandırıcılığını yitirmiş tüm kamusal ve özel kurumların da ufkunu açacağı kesindir…
Pazartesi, bahanelerin “başkalarını kandırmaya yönelik” olanlarına değinmiştik. Bugün sıra “kendimizi kandırmaya” yarayan bahane ve mazeretlerde. –Yanlış kullanıma neden olmayayım; bahane ile mazeret arasında ‘öncelik/sonralık’ farkı var: Çoktandır aramadığım birini “seni rüyamda gördüm’ diye ararsam, bu ‘bahane’ oluyor; “telefonum bozuktu, o yüzden arayamadım’ dediğimde ise ‘mazeret’…
Başkalarının bize karşı kullandığı bahane veya mazeretlerle dalga geçmek kolay; peki ya kendimizinkiler; hele ‘kendi kendimizi kandırmaktan’ başka işe yaramayanlar. –Kişisel repertuvarımdan örnek verip ‘karizma’yı çizdirmek istemiyorum; o yüzden ‘komşumun kızı’nı harcayacağım: Her karşılaştığımızda dert yanar; “Gitarı çok seviyorum, ah, çalmayı öğrenebilsem!..” Aylarca aynı yakınmayı duymaktan sıkılıp, sonunda sordum: “ E, niye öğrenmiyorsun?” “Gitarım yok!” dedi. “E, niçin almıyorsun?” “Çok pahalı!” –Hemen belirtmem gerek; bu genç hanım, en pahalı markaları giyinir ve en pahalı kozmetikleri kullanır–. ‘Amcalık’ kredime güvenerek biraz zorladım: “İki aylık giyim ve makyaj masrafınla, çok iyi bir gitar alabilirsin.” Hay söylemez olaydım! O günden beri sohbeti kesti, sadece buruk tebessümleriyle yetiniyorum.
Kendimizi kandırmaktan kurtulmak için, önce “heves, istek, niyet, irade” gibi –genellikle birbiri yerine kullandığımız– kelimeleri deşmemiz lazım: Yapmak istediğimiz şeyi, sahiden yapmak istiyor muyuz? İstiyorsak, istemek ile yapmak arasındaki ‘mesafe’yi kapatacak bir ara-eylem gerekiyor: Niyet etmek… Niyet kavramı kültürümüzde önemlidir; bir eyleme girişirken önce bir ‘niyet’ cümlesi kurarız. Sanırım bu, iki işe yarıyor: Hem henüz soyut olan ‘istek’ duygusunu daha somut kılıyor ve zihnimizde ‘belirgin bir görüntü’ –vizyon– yaratıyor. Hem de ‘irade’ dediğimiz, ‘düşünceyi eyleme dönüştürme’ gücünü tetikliyor. –Bugünün EEG teknolojisiyle bile, beynimizdeki enerji oluşumları görüntülenebilmekte. Yakın gelecekte, kuantum teknolojileri sayesinde tüm zihinsel etkinliklerin gözlemlenmesi mümkün olacak. İşte o zaman; ‘soyut istek’ aşamasında beynimizin neresinin ne kadar ışıdığını; ‘niyet’ aşamasında ışımanın nerede nasıl arttığını; ‘eylem iradesi’ oluştuğunda ne tür enerjilerin nerelerde yoğunlaştığını gözümüzle görebileceğiz. –Fazlaca ‘uçtuğumu’ düşünüyor olabilirsiniz; ama inanın, bunlar gerçekleşmek üzere.
Böylece, ‘bahane ve mazeret’ üretiminin nice gereksiz enerji tüketimine ve düşünce kirliliğine yol açtığını; ‘niyet ve irade üretme’ aşamalarında ise aksine, birbirini tetikleyen ve çoğaltan nice nitelikli enerjiler oluştuğunu görebileceğiz. O zaman, Bahaneler Genel Müdürlüğü’ne ihtiyaç kalmayacak. Önce ‘neyi, niçin istediğimizi’ sorgulayarak, yani ‘niyet’imizi somutlaştırarak; sonra da harekete geçip ‘bilgi, iş ve değer’ üreterek, hayata hakkını verebileceğiz. –Bunu zaten yapıyor olanlara ne mutlu!.. (Mehmet Akın)
http://www.gaste.biz/yazar.php?makale_ID=118&yazar_ID=28