Sorunları Konuşma: Karışma, Fazla Kurcalama!
SORUNLARI KONUŞMA!
KARIŞMA, FAZLA KURCALAMA!
İnsan tüketen bir varlıktır; hayatı, besinleri, giysileri, eşyaları, havayı (oksijeni), suyu, ilişkileri, zamanı, enerjiyi…
Bunlardan bazısı, emekle, sabırla ve zamanla kazanılır. O yüzden bu kazanımların arkasında işine göre değişkenlik gösteren birtakım zorluklar ve olumsuzluklar yer alır. Örneğin, insanların alınteri ve gözyaşı, yorulması ve yıpranması, acı çekmesi, aç ve susuz kalması, soğuktan üşümesi, sıcaktan yanması, temiz veya kirli havayı teneffüs etmeye mecbur kalması, eli ve yüzünün yıpranması ve yara bere olması, halsiz düşmesi ve hasta olması, küçümsenmesi, alay edilmesi, horlanması, aşağılanması, şiddete maruz kalması, emeğinin hakkını alamaması, doğa şartlarından dolayı emeğin heder olması ve ürünün heba olması gibi pek çok zorluk ve olumsuz durum söz konusudur.
Bazıları, hazır yiyicidir; çalışmaktan, emek vermekten, sabırdan ve fedakârlıktan hoşlanmaz; buna rağmen her şeye sahip olmak ister; her şeyin en iyisini ister, ama denetlenmek istemez. “Bana para ver, ama hiçbir şeye karışma” der. Zaman zaman yöneticiler de, halka, “Vergilerinizi verin, ama onları nereye harcayacağımıza karışamazsınız” mesajı verirler. Örneğin, evin oğlu veya kızı, anne babasından, kendisine bisiklet veya otomobil almalarını ister, ancak ailesine, aracı, “hangi amaçlarla ve ne hızda kullanacağına karışamazsınız” mesajı verir. Bir taraftan, kendisiyle ilgilenilmesini, kendisine vakit ayrılması ister, ama kendisine karışılmasına asla izin vermez. Kendisine yardım edilmesini ister, ama ona kimse müdahale edemez. Ergen psikolojisiyle yaşayan; beslenme, süslenme ve güçlenme dışında bir iddiası ve davası olmayan lümpenler,[1] başıboş ve keyfi yaşamaktan yanadırlar.
Ama hayat öyle değildir. Bir yerde bir zarar, haksızlık, hukuksuzluk, zorbalık veya zulüm varsa, susamazsınız; duyarsız ve tepkisiz kalamazsınız. En azından akıllı, ahlaklı, erdemli insanlar, böyle durumlarda “üç maymunu” oynayamazlar. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki ev halkı, aile bireyleri birbirine karışabilir, gerektiğinde karışmalıdır. Arkadaşlar, dostlar, hatta komşular, birbirine karışabilirler, hatta gerektiğinde karışmalıdırlar. Kötülüklere karşı durmak için illa da tanıdık bildik birisi olması gerekmez, haksızlığa ve zorbalığa tanık olup da sessiz ve tepkisiz kalmak, insan onuruna yakışmaz. Karışmak, bazen konuşarak, bazen yazarak, bazen de fiili müdahale ederek gerçekleşebilir. Zavallı ve çaresiz bir insana, hayvana, çocuğa şiddet uygulanıyorsa, gücü yeten kişilerin bu şiddeti durdurmaları onların asli görevidir.
Bazen de insanların kişisel (özel) alanına giren konular vardır. Muhataplarından kendilerine karışılmasına izin vermezler. Mesela, sağlık açısından zararlı bir şeyi yiyen veya içen dostunuza, yediğinin veya içtiğinin zararlı olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak eğer üçüncü şahıslara zararı yoksa, sizin de müdahil olmanızdan rahatsız oluyor ve kendisine karışılmasına izin vermiyorsa, işinize bakarsınız. Bazı yanlışlar vardır ki sonuçları, bütün bir toplumu çok kötü etkileyebilir. Örneğin, her koyun kendi bacağından asılır, ama eğer kokarsa, bütün mahalleyi rahatsız eder.
Zaafları, hırs ve ihtirasları, menfaatleri, bencilliği, artniyeti, kibri, kıskançlığı, vb. nedenlerle bazı insanlar; başkalarını sömürmeye, onların emeklerini ve kazanımlarını, keyfi biçimde kullanmaya, hatta başkalarına zarar verecek boyuta taşıyabilirler. Tüm bunları yaparken de sorgulanmalarına, kendilerine hesap sorulmasına izin vermezler. Üçüncü şahısların zarar gördüğü, göreceği durumlarda, ilgili, ilişkili ve de yetkili kişilerin, bu sorumsuzca tutum ve davranışlara müdahale etmesi zorunludur. Kişinin yalnızca kendisini ilgilendiren konularda ise, onunla dostluğumuz ölçüsünce ve izin verdiği ölçüde olaylara müdahil olabiliriz.
Akif, dizelerinde bu gerçeğe ışık tutmaktadır:
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!…
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan koğârım!
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…
İrticâın şu sizin lehçede mânası bu mu?”[2]
Hayatta sorumsuzca yaşayan kişiler ve hayatın zorlukları kadar, aynı zamanda sorumlu davranan insanlar ve hayatın kolaylıkları da vardır. Hayat şartları içinde yalnızca zorluklar ve olumsuzluklar yer almaz. Örneğin, iyi bir çiftçi iseniz, tarlanızı ekerken de, biçerken de eğlenirsiniz, şarkınızı türkünüzü söylersiniz. Hasad ederken kesin söylersiniz. Hem bu olumlu atmosfer sayesinde yaptığınız işi iyi öğrenir ve daha kaliteli iş ve ürün çıkarmaya çalışırsınız. Bu araştırma sizi heyecanlandırır. Ürünlerinizi pazarda görürsünüz, bu size moral verir. Birlikte çalıştığınız insanlarla dostluk kurarsınız; birbirinizin sorunlarına ve sıkıntılarına kulak verir, çözümler ararsınız. Doğayı, çevreyi ve toplumu daha fazla tanıma gereği duyarsınız. Bu sizi, hem doğaya, hem de topluma entegre kılar. Kısaca hayatı dolu dolu yaşar ve yaşatırsınız. Özgüveniniz artar, çevrenizdeki insanların da size olan güveni artar. İş yaptıkça ve sorumlu davrandıkça değer görürsünüz. Sizin için de değerin tanımı değişir. Akıllı, çalışan ve sorumlu davranan insanlara olan bakışınız farklı bir anlam kazanır. Aklın, emeğin ve sorumluluğun anlamı ve önemi artar.
Gel gör ki bazı insanlar, bunca uğraş sonucu edinilen faydayı gereksiz bulurlar. Daha kısa yoldan, daha kestirmeden sonuca ulaşmak isterler. Ağaç üç günde meyve veremeyeceğine, tarla üç haftada hasat edilemeyeceğine göre, başka yöntemler icat ederler. Tembel insanlar çalışmazlar, bir süre sonra çalışanları küçümsemeye başlarlar, kendilerini uyanık sanır ve kurnazca yöntem arayışına çıkarlar.
Hukuku çiğneyerek, yasaları hiçe sayarak, hak hukuk tanımadan insanların canlarını tehlikeye atar, emeklerini ve kazanımlarını gasp eder, duygularını sömürür, hilekârca ve sinsice yollar izlerler. Kıt anlayışları, şu klişe üzerine kuruludur: “Az iş, çok kazanç, daha fazla zevk ve eğlence.” Çünkü asalak gibi yaşamaya alışıktırlar.
Ne var ki çalışmadan, yan gelip yatarak çok kazanç elde etmeyi hedeflemek yüksek olasılıkla birilerinin haklarını, kazanımlarını, geleceklerini çalmakla mümkün olmaktadır. Bunun için sabah-akşam, gece-gündüz bunun planlarını yaparlar. Düşünceleri, duyguları birilerini avlamak, kandırmak, aldatmak, oyuna getirmek, alt etmek, tuzağına düşürmek üzerine kuruludur. O yüzden, böyle insanların hayatları başkalarını küçümsemek, kendilerini olduğundan farklı göstermek ve yalanlar üzerine kuruludur. Bunun için yalan, iftira, haksızlık, bozgunculuk dahil her türlü kötülüğe başvururlar.
Bunları takip eden güvenlik kuvvetleri, yargı yetkilileri ve gazeteciler, önce rüşvetle susturulmaya çalışılır. Verilen mesaj şudur: “Karışma, fazla kurcalama, her şeye burnunu sokma.” Çoğu kez işleri güçleri hilekârlık olan bu insanların el attıkları her yerden çok pis kokular gelir. Kurcaladıkça başka haksızlıklar, yolsuzluklar ve başka başka bağlantılar ortaya çıkar. Bu suçlar ve günahların kapatılması ve örtülmesi için, bunları takip edenlere önce basit hediyeler teklif ederler. Bu can, mal ve onur suikastçıları, herkesin bir fiyatının olduğuna inanırlar. Herkesi satın alabileceklerine inanırlar. Bunu başaramayınca, tehdit ve şantaja başvurur, her türlü kötülüğü yapabilirler. Hayatı ve ülkede yaşanan olayları ciddiye alan herkes bunların farkına varır.
Ülke çapında yaşanan bu yolsuzluklar, küçük çaplı aile, akraba ve dostlar arasında da görülür. İnsanlardan kimisi, asalak gibi yaşar, ama yine de kral muamelesi görmek ister. Hiçbir şey üretmeden, yaldızlı ve büyülü sözlerle, boyuyla posuyla, soyuyla sopuyla, mensup olduğu grupla, kullandığı eşyalarla ve markalarla, fiyaka giyimiyle, retorik yaparak çalım satar. Küçük bir çevrede bile akıl almaz entrikalar döner. Kimileri acılara ve sancılara boğulurken, kimisi de keyifle yaşar. Uyanıklığın ve sinsiliğin kendince tadını çıkarır. Kişisel menfaatlerini öne çıkarması, çevresini ciddi anlamda zora sokar. Örneğin, o her yemeği beğenmez; yemeğin en iyisini o yemek ister. Her içeceği beğenmez, en iyi içeceği o içmek ister. Her giyeceği giymez, giyecekse o en iyisini giyer. En iyi yatakta yatmak, en iyi araca binmek, en iyi telefonu kullanmak, en iyi okula gitmek, en pahalı eşyayı kullanmak ister. Kendisini her şeyin en iyisine layık görür. Oysa az çalışır, çok tüketir; hem de başkalarını tüketir, başkalarının kazanımlarını tüketir. Aile içinde bu kadar yüksek dozlu ayrıcalık arayışı, aile bireylerinin her birini ciddi sıkıntıya sokar.
Özel muamele isteyen böyle insanların kitabında dürüstlük, hak hukuk, adalet, merhamet yazmaz, yazar da, bu anlayış sahipleri açısından bir bağlayıcılığı yoktur. Her şey göstermeliktir. Kendisini avcı, ihtiyaç duyduğu her şeyi bir av olarak görür. Bu anlayışa sahip biri, kendisine yapılan en küçük bir itirazı, avının önündeki bir engel olarak görür. Avcının sabit bir mekânı olmadığı için, onun barınağı avına yakın olan her mekândır.
Alınteri ve emekle çalışmaya, sorumluluğa alışmamış, ne yaparsan yapsın her yaptığı takdir ve tebrik edilmiş bir kişilik, asla açlığa ve susuzluğa, darlığa ve zorluğa, soğuğa ve sıcağa, yokuşa ve çamura tahammül edemez. Oysa yaz gibi, kış da hayatın gerçeğidir. Benmerkezci yaşayan kişinin sevgisi de, öfkesi de çoğu kez içgüdüseldir, kişisel menfaat odaklıdır. Kendi çıkarları dışındaki durumlarda sevgisi ve öfkesi çoğu kez yapay, sembolik veya sahtedir. Diğer insanlar gibi doğru ve doğal olmak öylesine kendisine yabancıdır ki gerçek hayata adapte olmakta büyük güçlük çeker. Çünkü o geçim yolunu bulmuştur.
Bu gidişatın yanlış olduğunu söyleyen herkesten nefret eder, herkese düşman olur. Normal hayata dönme çağrılarına yukarıda anlatılan ülke çapında yapılan haksızlık ve yolsuzluklara verilen tepkilere benzer tepkiler vermeye başlar. Neydi o tepkiler? “Karışma, fazla kurcalama, her şeye burnunu sokma.” Kendilerinde, çevrelerine karışma hakkını buldukları halde, çevrelerinin kendilerine karışma hakkı bir türlü kabullenemezler.
İyi de çevrede sırf bu tür insanların yaptıklarından dolayı acılar çeken, sancılar yaşayan insanlar vardır. Bunun ucu, ilgili ilişkili herkese dokunmaktadır. İnsanların canları yanmaktadır. Emekleri heba olmaktadır. İnsanlar birbirlerinden koparılmaktadır. Bozgunculuk yapılmaktadır. Bozgunculuğa kılıf olarak yeni yalanlar ve iftiralar üretilmektedir.
Evet, fazla kurcaladıkça fazla kirli planlar ve kirli işler ortaya çıkmakta, gizlenmeye çalıştıkça daha büyük kirlilikler ayyuka çıkmaktadır.
Hakikat peşinde koşanlar, araştırır ve kurcalarlar. Sorunlar ve sıkıntılar karşısında karışma ve kurcalama diyenler, gerçekleri örtbas etmek isterler. Oysa ne sosyal, ne de bilimsel gerçeklere bir şeyleri kurcalamadan ulaşamazsınız.
Dipnot:
[1] Yeme, içme, eğlenme, süslenme ve güçlenme gibi içgüdüsel istekleri dışında davası ve iddiası olmayan kişiye lümpen denir. Bkz. http://www.hakveadalet.com/emek-deger-iliskisi
[2] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, 6. Kitap, s.400
Pasif İyiden Aktif Kötüye Ya Da Aktif İyiye Yolculuk Nasıl Olur?
Mahallenin Delisi, Özünde İyi Bir İnsandır (!)
Çocukça Yaşamlar – Ergence Tepkiler