Ölümün Düşündürdükleri

Ölüm; tanımlayamadığımız, mahiyetini açıklamakta zorlandığımız, açıklayamadığımız, insanlar için ürkütücü bir olay…

Fiziksel varlığın bir süre korunduğu ama biyolojik varlığın süresiz kesintiye uğradığı bir olgu…

İnsanlar yüzyıllardır, bin yıllardır ölümleri durdurmak için çok fazla kafa yormuş ve emek harcamışlar…

Çok güçlü çevreye sahip, kaybettiği kişiye derin sevgiyle bağlı, dünyanın neredeyse tüm imkânları ellerinin altında olan nice insan, ölümlerin önüne geçmek için neler yapmıştır neler!

Nice filozof ve bilgin, ölüm sırrını çözmek için kafa patlatmış, ama çözememiş…

Hepsi de ona mecburen boyun eğmiş ve ölüm gerçeğini kabullenmişler…

Çünkü akıllı, iradeli, vicdanlı bir biyolojik varlık olarak insan türüne verilen azami bir limit var…

Ne kadar önlem alırsak alalım, o limiti aşamıyoruz.

***

Genlerimizle taşıdığımız güçlü kalıtımsal özellikler, annenin sağlıklı olması, çocuğunu optimum düzeyde emzirmesi, çocuğun ergenliğe gelinceye kadar sağlıklı koşullarda yaşaması ve beslenmesi, belki son virajı daha sıkıntısız atlatmamıza neden olabilir. Ancak yolun bir sonunun olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Yolun sonu, kesinlikle gerçek…

Yolun sonu, öğretici…

Yolun sonu, ibret verici…

Yalnızca ölüm gerçeği bile insanın akıllanmasına, uslanmasına ve sorumlu davranmasına yetecek ölçekte ders verici…

***

Böyleyken biz ölüm yolculuğuna değil, hayat yolculuğuna çıkıyoruz.

Ölüm yolculuğuna çıkanlar ümitsizliği, hayat yolculuğuna çıkanlar umudu temsil ediyorlar.

Çünkü uğruna ölecek değil, uğruna yaşanacak değerler, hayat yolculuğunda anlamlı ve değerli…

Ölüm, kaçınılmaz bir sonuç ise, onu yadırgamak ve ondan utanç duymak elbette saçma…

***

Hayat dipsiz bir kuyu değil, elbette gözleriniz açık ve bilinciniz yerinde ise…

Ancak ölüm dipsiz bir kuyu…

Kendisine yaklaşanları çekiyor içine…

Bir daha geri vermemesice…

Hayatın içinde iken umudu olanlar, ölüm sonucunda da umutlarını koruyorlar.

Bu, onları diri ve dik tutuyor…

***

Ölenler, arkalarında güzel ve iyi bir miras bıraktılarsa kaybetmiyorlar, ama kalanlar kaybediyor.

Gidenleri, aralarından ayrılanları kaybediyorlar.

***

Ölüm sonucu kaybettiklerimiz, artık yoklar…

Çok kısa bir süre cesetleri kalsa da…

Çok geçmeden o insanı kaybediyoruz…

Şaşırıyoruz, afallıyoruz, anlam veremiyoruz, kalakalıyoruz…

Kimisi panikliyor, kimisi çığlık atıyor, kimisi ağıt yakıyor, kimisi düşüncelere dalıyor.

Kimisi sersemleşiyor…

Kimisini bu gerçek, gitgide alıyor, alıyor, alıyor…

Üzülüyor, yıkılıyor, elinden bir şey gelmiyor…

Ve gerçeğe teslim oluyor…

***

Ne yazık ki ölümler, herkeste olumlu değişikliğe yol açmıyor.

Kimisi ölümlerle rahatlıyor…

Kimisi hayıflanıyor…

Kimisi gözlem yapıyor…

Kimisi şov yapıyor…

Kimisi propaganda yapıyor…

Kimisi fırsat kolluyor…

Yaralamak için laf sokuyor…

O naif anda, o çaresiz anda, o kırılgan anda daha bir kırıyor, döküyor…

***

Bu kadar büyük bir gerçek, ölüm gerçeği, kimisini hiç değiştirmiyor.

Belli ki, ölüm gerçeğini anlamamış…

Hayat boyu sürdürdüğü sorumsuzluğa, ahlaksızlığa, riyakârlığa, düzenbazlığa, kindarlığa, düşmanlığa ölüm gününde bile mola vermiyor.

Sonsuza kadar yaşayacağını sanıyor…

Ölümden ders almıyor.

***

Kimileri gerçekten olayı anlamaya, şoku üzerinden atmaya çalışıyor.

Acaba eksik bir şeyler var mı diye kendine dönüyor, kendisini sorguluyor.

O günü; düşünme, kendini sorgulama, hayatı daha bir düzene sokma olarak görüyor.

***

İnsanların çoğu ise, yaşarken vermediği değeri, öldükten sonra veriyor. Nice kahraman diye bildiğimiz karakterler, yaşarken linç edilenlerdir. Yaşarken linç ettiklerini ölümünden sonra kahraman ilan etmek, insanın klasik paradoksudur.

***

Esasında birine veya bir şeye değer vermek, doğrudan değerler sistemiyle ilgili bir durum…

Yaşayan insan size, siz de ona değer katabilirsiniz.

Onu kaybettikten sonra, ona değer katamaz, ondan değer kazanamazsınız, ancak yaşanan olaydan ders çıkarabilir, değerler sisteminizi gözden geçirebilir, yeniden düzenleyebilirsiniz. Bunun size çok büyük katkısı olur.

***

Din, değerler sistemi demek…

Din, yaşayanlara gerekiyor…

Öldükten sonra din yaşanmıyor.

Din, dünyada lazım, ahirette değil…

Ölümden anlamlı ve ahlaki sonuçlar çıkarmadıkça, ona yüksek değer vermek insana bir şey katmıyor.

Dostlarını kaybeden aklı başındaki insanlar için ölüm günü; bir silkiniş, bir uyanış ve yeniden diriliş günü…

Nelere sahip olursanız olun, ne yaşarsanız yaşayın, ne kadar dostunuz olursa olsun, cenazenize kaç kişi katılırsa katılsın, sizin arkanızda bıraktığınız yalnızca iyilikler, güzellikler, dürüst ve erdemli davranışlar oluyor. Bunların dışında ne varsa çerçöp olup rüzgârın önünde savruluyor. Kimse için bir anlam ifade etmiyor.

***

Ayrılıklar, kopuşlar düşünme, kendine gelme zamanları…

İnsan eşinden, dostundan ayrılırken sarsılır…

Bu sarsıntı, onu sağlıklı düşünmeye sevkeder.

İnsanlar ölürken, eşler boşanırken, dostlar ayrılırken, kardeşler birbirine düşerken, ortaklar birbirinden koparken, iş sahibi iflas ederken, insanlar yaşadığı bölgeyi terk etmek zorunda kalırken, et tırnaktan ayrılırken, ciddi kazalar ve yaralanmalarda, onulmaz hastalıklarda, eli ayağı tutmaz yaşlılıklarda, düşünenler için gerçekten çok ciddi dersler var. Buralarda uyanmayan insanların durumu gerçekten vahim…

Bazı insanları, ancak ciddi sarsıntılar kendine getiriyor.

Nitekim Yusuf’a tuzak kuran kardeşleri, diğer küçük kardeşlerini de kaybedince, ondan umutlarını bütünüyle kesince, egolarının esiri olmaktan vazgeçtiler, kendilerine geldiler, “Biz ne yapıyoruz?” diye düşünmeye başladılar. Hırs ve ihtiraslarından kurtuldular. Akılları başlarına geldi, yanlışlarını gördüler, sorumluluklarını hatırlama ve sorumlu davranma gereği duydular. Durum kendi aleyhlerine gelişecek olsa bile, gerçeğe teslim olmanın yolunu seçtiler. Bkz. 12Yusuf/77-100

Sonuç ne oldu? Yusuf’a ulaştılar, kardeşlerine kavuştular, tekrar kaynaştılar, dost oldular. Kaybettikleri her şeyi geri kazandılar, hatta Allah onlara daha fazlasını verdi. Demek ki kıskançlık ve haksız istek, kişinin hem kendisine, hem de çevresine çok büyük zararlar veriyor, onların yıllarını çalıyor. Hepsi o mutsuzluğu tadıyor. Böyleyken Allah, kendi çıkarları için, her şeyi gözden çıkaranların önüne uyanış, silkiniş ve kurtuluş fırsatları ve imkânları sunuyor.

İşte böylesi zorlu durumlarda bile hırs ve ihtiraslarından, aç gözlülükten ve saldırganlıktan kurtulamayan insanlar, diğer insanları hayata küstürmemeli, bu durum, onların sorumlu davranmalarının önüne geçmemeli…

Onlar, herkesin; şerrinden, kötülüğünden, arsızlığından çekindiği ürktüğü, belki korktuğu ve sessiz kaldığından dolayı hoyratça hayat sürdüren, züccaciye dükkanına giren buldozer gibi önüne gelene zarar veren, düşünme kabiliyetini yitirmiş, kendinden başka hiçbir şey düşünemeyen, ne bir yakınlık, ne bir ahlaki değer, ne de hukuk tanımayan freni patlamış araç gibiler…

***

Bencil, sorumsuz, menfaatçi, riyakâr, sahtekâr, ikiyüzlü, müfteri, bozguncu ve zalim kişiler ölümden ders almıyor. Onlar, o gün ne yazık ki iyilikleri, güzellikleri değil kendi paylarına ne düşeceğini, kimlerin hesaplarının açılacağını, kimlerin kapatılacağını gözlemliyor.

***

Ölümden gerçekten ders alanlar, ölümün gerçekten bir şeyler öğrettiği kişiler; kibirli değil mütevazı, saldırgan değil şefkatli, riyakâr değil doğal, kıskanç değil paylaşımcı, bozguncu değil ıslah edici, yıkıcı değil yapıcı, alan değil veren el, küçümseyen değil insanca ilişkiler peşinde oluyorlar.

***

Ölümün gerçekten bilinçlendirdiği kişiler; sahipsize, kimsesize, yetime sahip çıkıyor, ezilenlerin haklarını koruyor, yoksulu ve muhtacı gözetiyor, akrabalarıyla olan bağları daha da güçleniyor, hak ve adaletten yana oluyorlar. Sorumlu davranıyor, hoşgörülü ve merhametli oluyorlar. Onların yanında yaşamın bir anlamı oluyor.

Oysa zalimlerin ve bozguncuların yanında hayatın bir anlamı kalmıyor. Onların yanında ölüm, bir kurtuluş olarak görülüyor. Bozguncular, sürü psikolojisiyle yaşayan hastalıklı insanları bir maşa, bir piyon gibi kullanıyor ve amaçlarına erişiyorlar.

***

Allah’ın adaleti var.

İlahi adalet…

Onu asla göz ardı etmememiz gerekiyor.

İlahi adalet, her türlü kurnazlığı, hilekârlığı, düzenbazlığı ve tuzakları yerle bir ediyor ve yapanın başına geçiriyor.

***

Ölümün;

Bizlere barış içinde yaşamayı öğretmesi gerekiyor.

Öldürmeyi değil yaşatmayı öğretmesi gerekiyor.

Çalmayı değil çalışmayı öğretmesi gerekiyor.

Haksızlığı değil insan kazanmayı öğretmesi gerekiyor.

Kendimizi kaybetmeyi değil kendimize gelmeyi öğretmesi gerekiyor.

Kendi sorumluluklarımızı öğretmesi gerekiyor.

Birbirimize saygı göstermeyi öğretmesi gerekiyor.

Başkalarının da haklarının olabileceğini öğretmesi gerekiyor.

Adaletli olmayı öğretmesi gerekiyor.

Merhametli olmayı öğretmesi gerekiyor.

Hoşgörülü olmayı öğretmesi gerekiyor.

İnsan olmayı öğretmesi gerekiyor.

07.05.2016 11.30 İstanbul - Babamın ölümü üzerine (04.05.2016 10:30)

You may also like...

1 Response

  1. Meçhul dedi ki:

    Emeğinize yüreğinize sağlık Rabbim Her iki cihanda da şefaatçiniz olsun inşaallah

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir