Dinlerin Asli Yapısından Uzaklaşması – Dinler Tarihi
(Orijinal Dosyayının tamamı, PDF olarak indir) Dinlerin Asli Yapısından Uzaklaşması
….
Dinler, asli (öz) yapılarından uzaklaştıkça dünyayı adeta Cehennem’e çevirmişler; gerçek dinin asli yapısı (özü), hayata egemen oldukça, dünya, adeta Cennet’e dönüşmüştür.
En eski din olmasının da etkisiyle asli yapısından belki de en fazla uzaklaşan dine örnek, Hinduizm’dir. Hinduizm, pek çok konuda buna uygun bir prototiptir. Kast sistemi ve onu meşrulaştırmayı amaçlayan Reenkarnasyon buna dair birkaç örnektir.
Dinler, asli yapılarından uzaklaştıkça yapısal olarak birbirlerine benzemekte, aynı konularda benzer özellikleri taşımakta, toplumlar, benzer acıları ve sancıları yaşamaktadır.
Brahmanizm’in, Rahman veya İbrahim sözcükleriyle aynı kökten geldiği düşünülmektedir. Zamanla, kast sistemini yaşatmayı amaçlayan ırk temelli Hinduizm adıyla anılır olmuştur. Başlangıçta ‘Brahma’ tek tanrı kabul ediliyordu. O, yaratıcı, yaşatıcı ve evreni yönetici idi. Her şeyi bilen, her şeye güç yetiren, vb. üstün nitelikleriyle mükemmel idi. Zamanla, O’nun nitelikleri (sıfatları), bağımsız bir tanrı olarak görülmeye başlanmıştır.
Bu dinin asli yapısından uzaklaşmasına diğer bir örnek kast sistemidir. Başlangıçta kast sistemi yoktu, ilk dini metinlere bunu dayandırmak oldukça güçtür. Bu uzaklaşmayı, insan hakları alanında da gözlemlemek mümkündür. Başlangıçta kadınlar, erkeklerle eşit haklara sahip iken, kadınlar en temel haklarından bile mahrum edilmişlerdir. Özellikle başlık parasının kızın ailesi tarafından erkeğe verilmesi (drahoma), kocası ölen kadının nihai kurtuluş adına kocasıyla beraber kendisini yaktırması (sati) bunun en somut örnekleridir.
Bir dinin asli yapısından uzaklaştığını anlamanın çok basit birkaç kriteri var: İnsana, hayata, canlılara ve doğaya verdiği önem ve değer… Bunlar, önemli göstergelerdir. Konuyu anlamak için dinin egemen olduğu toplumlardaki zayıfların, yoksulların, yaşlıların, çocukların, güçsüzlerin, çaresizlerin, hastaların, yetimlerin, kadınların, ve hatta farklı düşünce ve inanç mensuplarının durumuna ve konumuna bakmak gerekir. Onlar ne kadar zor koşullarda yaşıyorlarsa, dinde, o ölçüde bozulmalar meydana gelmiştir. Çünkü gerçek dinin asıl amacı, varoluş gerekçesi; barışı, hak ve adaleti egemen kılmak, zayıfı, yoksulu, muhtacı korumaktır.
Dünyada horlanmanın, ötekileştirmenin, dışlamanın, baskı ve şiddetin en yoğun yaşandığı ülkelerden biri, kast sisteminin egemen olduğu Hindistan’dır. Kimsesizlerin, kadınların ve çocukların aşağılandığı ve şiddet maruz kaldığı ülke…
“Hindistan’da son 30 yıl içinde 12 milyon kız çocuğu doğmadan kürtajla alınmıştır.”
Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun en derin ve en geniş olduğu ülke yine Hindistan’dır. Oradaki kalburüstü tabaka olan dini ve dünyevi otoriteler, bu gerçeklerin üzerini örtmeye ve halkı onlara hiçbir katkısı olmayan ayrıntılarla oyalamakta, onları ninnilerle ve masallarla uyutmaktadır.
“1 milyar 200 milyon nüfuslu Hindistan’da her üç kişiden biri açlık sınırında yaşamaktadır. Bu insanlar fakir değil, çok fakirdirler. Sokakta yaşayan evsizlerin sayısının 160 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu, korkunç bir rakamdır. Türkiye nüfusunun iki katı insan sokaklarda yaşamaktadır. Hindistan’da kadın olmak değil erkek olmak da zordur. Sokakta yaşayanların % 40’nın kadın olduğu tahmin edilmektedir.”
Bu kadar kalabalık bir ülkede refah içinde yaşayan, hak ve adaleti esas alan, dünyayı ve bilimsel çalışmaları takip eden çeşit çeşit insan toplulukları elbette vardır.
Giz ve gizemlerin ülkesidir Hindistan. Bilim adına ve ilahi kitaplarda anlatılan din adına her ne varsa orada tam tersi uygulamalara, sapla samanın en yoğun biçimde karıştırılmasına sık sık tanık olursunuz: Rüyalar, büyüler, sezgiler, astral seyahatler, parapsikoloji, ruhçuluk (spiritualizm), panteizm (tanrılık iddiaları), mistisizm, ilham iddiaları, paganizm, wicca, astroloji, tarot, yıldızname, mitoloji, feng shui okültizm, ezoterizm, gizemcilik, batınilik, gnostsizm, yoga, maji, kehanet, medyumluk, cinler ve cincilik, deccal, muskacılık, üfürükçülük, muskacılık, nazar, tılsım, meditasyon, renk, hipnoz, manyetizma, ruhsal telkin, biyoenerji, telekinezi, piramitler, taşlar, okunmuş sular, kocakarı tedavi yöntemleri, sayılar, rakamlar, gizli ilimler, şans/sızlık, uğur/suzluk, fütürizm, karma, ufo, telepati, reiki, nirvana, tenasüh, reenkarnasyon, ruh göçü…
Hindistan adeta din üreten bir ülkedir. Sanki orada din fabrikaları vardır. Her dini, ve o dinin türettiği yüzlerce farklı dini bulabilirsiniz. Hinduizm’e göre, insan her şeye tapabilir; hayvana, insana, bitkiye, havaya, suya, toprağa, gökteki cisimlere… Yapılan sayısız şenlikler (festivaller) ve törenlerle Hindu büyülenmektedir. Tapınaklar ve içindeki putlar inanılmaz ihtişamlı ve görkemlidir.
Hinduizm’e göre her şey kutsaldır. Hayvanlar, bitkiler, sular, topraklar. En az değersiz olan insandır. İnsanın; hayvanların, bitkilerin veya heykellerin binde biri kadar bile değeri yoktur. Buna özellikle en alt tabaka inanır. Yerde dolaşan kedi veya fare kutsaldır(!), çünkü olasıdır ki büyük babamız bir zamanlar efendilerine itiraz veya isyan ettiği için dünyaya kedi veya fare olarak gelmiştir. Bir Batılı, bir Hindu’nun hayvanlara çok saygı gösterdiğini düşünür ve ona hayran olur. Oysa bu Batılı bilmez ki Hindu, kedi veya fareye değil büyük babasına saygı duymaktadır.
Hindular, Mahabharata ve Ramayana gibi destansı kahramanların, hala yaşadıklarına inanmakta ve umutlarını onlara bağlamaktadır.
Halkın % 70’i, yani yaklaşık 700 milyon insan köylerde yaşamaktadır. Kadınların % 50’si, erkeklerin % 25’i okuryazar değildir.
Hindistan’da son 20 yılda 10 milyon kız bebeğin ebeveynleri tarafından doğmadan önce ya da doğduktan hemen sonra öldürüldüğü belirtilmektedir. BM Çocuk Fonu (UNICEF) tarafından yayımlanan “2007 Dünya Çocuklarının Durumu” adlı raporda, Hindistan’da çocuğun cinsiyetinin belirlendiği testten sonra kız ceninlerinin önemli bölümünün kürtajla alındığı belirtilmiştir. Raporda, Hindistan’da kadına karşı ayrımcılık yüzünden günde ortalama 7 bin kız çocuğunun dünyaya gelme şansını yitirdiği bildirilmiştir.
Hindistan’da her yıl 15.000 kadın, kocaları ya da kocalarının aileleri tarafından çeyizleri yeterli görülmediği için öldürülmektedir.
Yaşadığımız çağda dünyada (2014) 35.8 milyon köle bulunuyor. Bunun % 61’i Hindistan, Çin, Pakistan, Özbekistan ve Rusya’da yaşamaktadır. Hindistan’da 14 milyon, Çin’de 3.2 milyon, Pakistan’da 2 milyon, Endonezya ve Bangladeş’de 700 bin, Tayland’da 500 bin, Vietnam’da 300 bin köle bulunmaktadır.
Nüfusunun neredeyse yarısından fazlasının çok fakir olduğu Hindistan’da en ihtişamlı ve görkemli binalar, tapınaklardır. Bu tutarsızlık, tapınakların kullandığı alan ve onlara harcanan sermayede açık biçimde görülmektedir. En alt kasttaki ve kast dışındaki 500 milyonu aşan halkın ve onların ailelerinin yaşadıkları mekânlar ve onların alım gücü, dünyanın iki yüzünü göstermektedir.
…
(Orijinal Dosyayının tamamı, PDF olarak indir) Dinlerin Asli Yapısından Uzaklaşması